13 Şubat 2008 Çarşamba

SUNAY AKIN hayatı ve şiirleri

ALACAK

Yol kenarlarindaki
yagmur mazgallarini
kumbara sanip
harçligimi atardim
bu yüzden en çok
denizden alacakliyim

ANTIK ACILAR

Geçim parasi için
nice yaslinin
eski Istanbul evlerinden
getirdigi esyalar
üstüne kâr koyulup
satiliyor antik
acilar çarsisinda

AT KOKUSU

Son evi gösterin bana Istanbul' da
vapur sesinin duyuldugu
ki kapisini çalip
söyleyeyim içindekilere
daha çok kedi yavrusu ezilsin diye
eski iskeleleri
sahil yoluyla ayirdiklarini
denizden
Karsiliginda ben de size
kanaryasi ölüp
kuaför salonuna dönüsmeyen
kaç mahalle berberinin
kaldigini söylerim
ya da kaç fötr sapkanin
tutsak oldugunu
köhne bir konagin
askisinda
Kaç faytoncunun
artik taksicilik yaptigini da bilirim
ama söylemem
onu da siz bulun
dikiz aynasina takili boncuklardaki
at kokusundan

BECERIKSIZ

Kabugunu koparmadan
ne bir elmayi soyabildim
ne de iyilestirebildim bir yarami
ama karsima çikinca
kizmadim hiç elma kurduna
bendim çünkü biçagi saplayan
onun yurduna
Sair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her siire konmali mi uyak
her yere nedense
konamiyor teyyare
hay dilimi
ari türkçe soksun; uçak
Kaptan olmak isterdim
aynanin karsisinda
eski bir sinema yildizi
gibi aglayan
Istanbul'un hatlarinda
bir firça hafifligiyle gidip
gelen vapurlara
Eskimo bir sair dokunuyor omuzuma
ve Kiz Kulesi'ni göstererek
birak artik diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu sehirde
siir okunacak tek yer
elbette denizin ortasindaki
su küçük buz dagi
Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnizca sen anlarsin
ignenin deliginden geçsin
diye ipliklerin
bir anlik islatildigi dudaklara
takilip kalan annem

BEYAZPERDE

Artiyor kara çarsaflilar
yurdumun her kösesinde
neden olacak
siyaha boyanip
kadinlara giydiriliyor
yikilan sinemalardan
geriye kalan
onca beyaz
perde

CEPHEDE

Aslinda ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfegimle topraga uzanir
annemin sesiyle dogrulurdum hemen
-Çabuk kalk üstün kirlenecek hinzir!
Yerdeyim yine bak annecigim
n'olur kizma adimi çagir

CUNTA

Gördünüz mü keyfini
generalin
basini sikarken
yüzünde çikan
sivil'cenin

ÇEKMECE

Büyüklerle ben yapamiyorum
çocuklar da almiyor beni oyunlarina
devlet dairesinde
yangindan kurtarilmayacak
sikismis bir çekmece gibiyim
açilamiyorum sana
Kardesiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasil sevmezsin esitligi
yürürken düsen çoraplarini
ayni hizaya getirmek için
annen degil miydi önünde diz çöken
Öpüsme sahnesinin tam ortasinda
içeri girdigin yazlik sinemanin
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin isiginda
yer:Kiz Kulesi
ve sonu ayrilikla bitecek
hüzünlü bir ask filmini oynuyor
beyaz duvarinda
Bir kez olsun çikmazken agzindan
seni sevdigimi
her gün söylememi yadirgama
bil ki bu sehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarim vapurlara
Son karesi gibi Red Kit'in
batan günese dogru
sürerken atimi
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnizca
rüzgar çekistiriyor atkimi

ÇUKUR

Bilerek mi yanina
almadin giderken
basinin yastikta
biraktigi
çukuru
Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin dogrulugu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmisti
ki göbegimde durur
onun yoklugundan
bana kalan
çukur

DENIZ

Yasli bir devrimci
düsürmez hiç agzindan
özgürlük kelimesini
ve yatmadan önce
bir bardak su yerine
denize birakir
takma dislerini

DEVRIM

Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yil
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asildigi çividen indirilmelidir
yapraklari biten takvim

Zorbalara direnmektir devrim
bir çocugun
annesinin çantasindan aldigi paralari
altina gizledigini
söylememistir dövülen
hiçbir hali

Içinde yasamaktir devrim
dikis kutusunun
ve topluigneler gibi
bir arada olmayi gerektirir
karsi koyabilmek için zulmüne
makas denilen patronun

Gece isiklar arasinda kosmaktir devrim
ates böceklerini
yakalamak isteyen çocuklarin
pesine takilir gün gelir
yanip sönen mavi isiklari
polis arabalarinin

Kagit bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çiksa da sonunda
tasidigi özgürlük siiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularinda

Kim bilir kaç yunus görmüs
kaç deniz gezmis...

HARÇ

Bilemiyorum hangi gökdelenin
tuglalari arasindadir
elele yürüdügümüz
ve seni
ilk kez öptügüm
o kuytu kumsal
Ama duyarim
bir misir tarlasinin
yüregindeki telasi
görülünce dagin ardindan
kentin ilk gökdeleni
Daha kamyonlar dolusu
kum elenir
insaat önlerinde
ayiklanir deniz kabuklari
yok edilir gibi
bir cinayetin izleri

KAFATASI

Yurdundan çok uzaklarda
ölen bir askerin
kafatasi
kendisini bulan
çocuklarin ellerinde
hiç bilmedigi oyunlara
alet oluyor
Ikinci defa!

LEBLEBI

Nasil ayrilir
ürkeklik
ayaklari ilk kez
bir misir tarlasina
degen kargadan
Ne zaman
karar verir rüzgar
firildakla oynamayi birakip
kizlarin eteklerini
uçusturmaya
Ne yazar
ani defterine
kuru bir tarlaya
ilk düsen yagmur damlacigi
Akilli çocugun
bilgisayaridir leblebi
siz hiç anlamadiniz mi
leb denmeden
bir seyleri ...

MADALYA

Bayram yerinde canlandirilirken
kentin kurulusu
ayaklari kesilen gazi
koltuk deyneklerini
birakmadigi için alkislamadigina
inandirir herkesi
Ölü askerlerin ceplerinden
topladiklari kanli fotograflari
baris toplantilarinda
sinema önündeki çocuklar gibi
birbirleriyle nasil degistirdiklerini
bilir generallerin
Kaç askeri
kendisine özendirdigini de saymistir
savasin tam ortasinda
kuyrugunu birakip
kumtorbalari arasindan
evine kaçan kertenkelenin
Bayram yerinde canlandirilirken
kentin kurtulusu
ayaklari kesilen gazi
hiç düsünmeden
degisir madalyasini
çorap kokusuna

MEÇHUL

Mahalledeki çocuklarin
piç diye kizdirdigi
ayakkabi boyacisi
babasinin özlemiyle
önüne kurar sandigini
meçhul asker
anitinin!...

MIGFER

Yagmur sinmis topraga
usulca geceden
su içiyor göçmen kus
ölü bir askerin
ters dönmüs migferinden
Çok yasamayi diliyor
siperlerin içinde
birbirlerine askerler
hapsirik sesi
beklemeden
Korkulacak bir sey
olmazdi gözlerinde
belki ölmek
onca silah sesinden
kaçmasaydi kus
telasli ve ürkek

MINARE

Top oynayan arkadaslarini
minareden gördügü
için acelecidir
ezan okuyan
çocugun sesi

ÖLÜ ASKER

Nasil da istemistim
savasa gitmeden
sevgilimle evlenmeyi
ama nereden bilebilirdim
ki silahin
demirine çarpip
saklandigim yeri belli edecegini
parmagimdaki yüzügün...

SEHIT

Istanbul' da bir sehir
hatlari vapuruna
verildi adim
iki kiyi arasinda
usanmadan dolasir
her iskelede
seni ararim

ŞEMSİYE

tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü
nicedir sokağa çıkarmıyorum
şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafaesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez terk etmenden

yanıt alamayacağımı bilsem bile
yanına gidip
sorarım hergün şemsiyeye
altında elele
nasıl görünürdük diye

SIIRT

Avcinin kistirdigi ceylan
bir digerine kaçip
kolayca kurtulsun diye
omuz omuza vermistir
yurdumun daglari
Tutuklanirsa yurdumdaki
böceklerin hepsi
digerlerinden ayri
bir hücreye konur
kitap güvesi
Ambalaj kagidi gibi kullanilir
basörtüsü yurdumda
bir çocukluk anisi olarak
günesi paketler
genç kizin saçlarinda
Ve sorunlarini
tartisirlar siirin
yurdumun sairleri
tank paletleri altinda
ezilirken Siirt!

SÜNGÜ

Kardes payi
yapmak için mi
uzattin süngünü
elimdeki
elmaya

TAHT VE YÜKSÜK

Tahtlarin altindaki sümükleri silmezler
çünkü ata yadigaridirlar
ve müzelerde
görmemesi için halkin
bir cemakanin içinde
sergilenirler
Kapilarida hep devdir
dünyadaki saraylarin
tokmaga uzanip
sokaktaki çocuklarla
oynamasin diye
veliahtlar
Sakin beni tarihçi sanmayin
sayfalarini yirttim
yüz ünlü türk
adli kitabin
terzi dükkanindaki resmine
içinde rastlamayinca
kilinci dikis ignesi
kalkani yüksük olan
babamin

YALNIZLIK

Semsiye yapimcilari
islanmaktan
tek kisiyi koruyacak genislikte
kesince kumaslari
yagmur degil
yalnizliktir yagan
Daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarini
bekçinin nefesiyle
düdügün içinde dönen
nohut taneciginin
yalnizligi
Ne çok sevinirim bilseniz
bir yilan
mezarima girerde
gögüs kafesimin kemikleri içinde
kis uykusuna
yatarsa

Hiç yorum yok: