BEYAZ BİR GEMİDİR ÖLÜM
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde olurum
kötü geçen bir güzü
ve umutsuz bir aşkı anlatan
rüzgarla savrulan
kâğıt parçalarına
yazılmış
dağıtılmamış
bildiriler gibi
uzun bir yolculuğa hazırlanan
yalnız bir yolculuğa.
çünkü beyaz bir gemidir ölüm.
siyah denizlerin hep
çağırdığı
batık bir gemi
sönmüş yıldızlar gibidir
yitik adreslere benzer
ölüm
yanık otlar gibi.
sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm.
KIRIK BİR KURŞUN KALEMİN ŞİİRİ
yollar uzak ay bedir
sırtımda gümüş hançer
yürürüm de ölemem
kan damlatır karanfil.
usulca mavi bir kar
kara geceye düşer
tutuşur fundalıklar
gelir kalbimi yakar.
gün olur belki öper
ay ışığı acıyı
o yaralı cerenler
yanık sulara iner.
yollar uzak ay bedir
sırtımda gümüş hançer
yürürüm de ölemem
kan damlatır karanfil
UNUTULMAYAN
durmadan taşırdım yanımda üç şeyi
iri çakıl tanelerini, çatlamış bir narı
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
ipekten
çalınmış
umutlarla taşırdım
ah sevgilim derdim, ölüm
ne kadar çoktu yaşadığımızda.
bize hep beyaz mendil
sallayan
ölüm ki,
iki kapısında
haki bir yalnızlık
dikilirdi
ve hatırlatırdı
bize, güz kuşlarının
uçup gittiği denizleri.
bense, yulaf kokan
dağlı ellerinde
dolaşmak gibi kolaydır
sanırdım yaşamak ve sana kansız
bir gökyüzü
getirirdim
getirebilsem ah,
- avlusunda çocukların
korkmadan oynadığı -
lalelerle
donanmış simli bir gökyüzü.
bir öpüşün bıraktığı harlı lekeyi
çatlamış bir narı, unutmadım
GÜNEŞ ÇALDI KAPIMI
çok yalnızdım ve güneş çaldı kapımı
sürgünden yeni dönmüştüm, makronissos
orda kurak ve ıssız bir yüreğim
vardı
(şimdi sizin yürekleriniz gibi)
onu da getirmiştim.
arkadaşlarım hariç
herkes beni terketmişti.
yaşamım uzun bir deniz yolculuğuna
dönüşmüştü
git git varılmayan
kıyısız bir deniz.
evet, herkes terketmişti
sevgili ve hüzünlü pire
eleni bile.
ve güneş çaldı kapımı
kapımı çaldı güneş.
gerisini biliyorsunuz
KADER ATLASI
nilüferler niçin suya eğilir
ve niçin
kavruk otlar gibi
tutuşur
o ilk sevdalar
söyleyin bana
ey kitaplar.
bana söyleyin
kim var
aramızda
biraz ölmeden
bir türkü tutturmuş giden.
ya kırmızı şapkalı
gelincik, senin için
göz açıp kapayıncaya
yiter şu bahar
hemen
ölüm gelir
yükselince sular.
söyleyin bana
ey kitaplar
var mı
kederin atlasında
tarçın kokulu bir şehir
inmemiş olsun damlarına
gözyaşından
yıldızböcekleri
ve tarçın
kokulu
bir aşk
hiç ölmeyen
KARANLIKTA NAKIŞ İŞLEYEN KIZLARA
karanlıkta nakış işliyor kızlar
kızlar yasak düşlerde
yalnızlar
o sakallarında saklı elması
büyüten aynalarında çatlağı
yalnızlar
mor bir ayrılığa gazel söyleyen
turuncu bir aşkla lacivert kedere
yalnızlar
siz de kucaklayın yağmurun sesini
akasyalar da açar bir gün gelir
yalnızlar yalnızlar
karanlıkta nakış işliyor kızlar.
FORSA
gurbeti hançer
yapıp gezinir
kendi zincirine
vurgun forsa
devrilen turuncu
bir ayın şavkında
aras gözyaşı akar
hemşeri göçmen kuşa
horasan'dan yeni
kalkan bir tren
nasıl saplanmışsa
kara ve acıya
sensin, yüküyle
batmış mavna
kurt ağızlı
gecenin ortasına
GÜVERCİNLERİ SEVİNDİRİN
her sabah
uyandığımda,
gördüğüm düşü hayra yorarım
açmasına açarım da
göğsümün altın kafesini
korkarım
ya bu gece
güvercinler
yüreğimden başka bir ülkeye
göç etmişlerse.
çünkü, ben ilyas
hasköy'lü -
kör ilyas,
şu koca istanbul şehrinde
yenicami önünde
sanki dünyanın bütün
açlarını
doyuruyormuş gibi
gururlanan bir sevinçle
darı satarım
savrulması için güvercinlere
KANAVİÇE
el değmemiş ormanlarında gezinen
kan işleyen kanaviçesi ömrümün
sarı sarmaşıkların ışıklı gölgesi
ve sensin hüznün yüzgörümlüğü
rüzgarların beyazdan yelesi sen
KÜL HARMANI
indirdi kepengini üstümüze
kara böğürtlen bir gece
ne yapsam
pirinç şamdan taşısam
geçirdi hevengini yağlı urgan
boynumuzda bir kiraz dalı
ne yapsam
çatal dirgen kullansam
bindirdi dengini bir katara
balrengi kömür gibi acıdan
açlık gözyaşı kan
bindallı fistanı gül
işliği mavi çelik tül
savrulsa külleri harman
yaralı ve yayan yürümektedir yaşam
ne yapsam ne yapsam
bir çatal dirgen bir pirinç şamdan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder