28 Şubat 2008 Perşembe

TOPAL ASKER

Ey saçlari "alagarson" kesik hanım kız!
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Bacağımla alay etme pek topla diye.
Bir sorsana o topallık nerden hediye ?

Sen Şişli'de danserken her gece , gündüz
Biz ötede ne ovalar ,çaylar,ne dümdüz
Yaylaları geçtik,karlı dağları aştık;
Siz salonda dansederken bizler savaştık.

Ey dudağı kanım gibi kıpkırmızı kız,
Gülme öyle bana bakıp sen arsız arsız!
Olan işler dimağını azıcık yorsun!
Biliyorum elbisemle eğleniyorsun;

Biliyorum baldırını o kadar nazla
Örten bir tek ipek çorap kıymetçe fazla
Benim bütün elbisemden... Hatta kendimden...
Biliyorum:Çünkü bugün şu dünyada ben

Neyim? Bir hiç... işe güce yaramaz,topal...
Sen saglamsın senin hakkın dünyadan zevk al:
Çünkü orda düşmanlarla boğuşurken biz
Siz muhteşem salonlarda şarap içtiniz!

Ey gözünün rengi bana yabancı güzel,
Her yolcunun uğradığı ey hancı güzel!
Sen yabancı kucaklarda yaşarken her gün
Yapıyorduk bizde kanla, barutla düğün.

Sen o sıcak odalarda cilveli , mahmur
Dolaşırken... Bizde tipi,fırtına,yağmur,
Kar altında kanlar döktük,canlar yıprattık;
Aç yaşadik, susuz kaldık,taşlarda yattık

Sen açılmış bir bahardın , biz kara kıştık;
Bizden üstün ordularla böyle çarpıştık...
Gülme bana bakıp pek arsız arsız
Sen ey dışı güzel,fakat içi çamur kız!

Sana karşı haykıranı mecbursun dinle;
Bugün hesap göreceğiz artık seninle:
Ben cephede geberirken, geride vatan
Aşkı ile bin belali işe can atan

Anam,babam,karım,kızım eziliyorken
Dağlar kadar yük altında...Gel,cevap ver,sen
Bana anlat,anlat bana, siz ne yaptınız?
Köpek gibi oynaştınız ,fuhşa taptınız!

Anavatan boğulurken kıpkızıl kanda
Yalniz gönül verdiniz siz zevke,cazbanda...
Ey nankör kiz,ey fahişe unutma şunu:
Sizin için harbederken yedim kurşunu.

Onun için topal kaldı böyle bacağım,
Onun için tütmez oldu artık ocağım.
Nazlı nazlı yatıyorken sen yataklarda
Sallanarak ölü kaldık biz bataklarda.

Kalbur oldu süngülerle çelik bağrımız,
Bu amansız boğuşmada öldü yarımız,
Ya siz nasıl yaşadınız? Bizim kanımız
Size şarap oldu sanki... Şehit canımız

Güya sizin mezenizdi ! Yiyip içtiniz;
Zıpladınız,kudurdunuz arsız,edepsiz!...
Gerçi salonlarda "yıldız" dı senin adın,
Hakkikatte fahişesin ey alçak kadın!

Ey allıklı ve düzgünlü yosma bil şunu:
Bütün millet öğrenmiştir senin fuhşunu.
Omuzunda neden seni fuzuli çeksin?
................................................
Kinimizin şiddetiyle gebereceksin!..

H. Nihal Atsız

13 Şubat 2008 Çarşamba

Özay Gönlüm' e Ninenin Mektubu

Ey benim umudumun Gandili
Göz yaşımın mendili
Dağdan, bayırdan aşı(r) madığım
Gözden, gönülden düşü(r) mediğim
Duaynan böyütdüğüm
Türküynen yörütdüğüm
Gardan, gışdan gayı(r) dığım
Bazlımaynan doyu(r) duğum
Güneş’im, Ay’ım
Yavrııım, bidenem, Özay’ ım.

Acı habar tez uleşdi
Elim, ayağım doleşdi
Gözüm garardı, yüzüm sarardı
Düğüm düğüm oldu boğazım
Lokmamı yeyemedim
Bi şey de deyemedim
Dondum galdım
Ne etcemi bilemedim.

Ey Goca efem, arkedeşim
Yavrıım, bidenem, can yoldaşım
Tarhanam, unum, bulgurum
Bu dünyada umudum, gururum
Tencerede aşım
Dinmeyen gözyaşım
Nerdesin bidenem, yavrııım
Ne ettin len
Nereye gittin sen
Benim yiğidimin ölüm nesine
İnsan habar verme mi ninesine…

Olsaydı habarım
Bu halimle goşarak
Dağı- daşı aşarak
Ben araya girerdim
Dikilir garşısına Azrail’in
Aslanımı bırakın, beni alın derdim.

Olur mu yavrııım, olur mu
Hiç böyle edilir mi
Doksan yaşındaki ninen
Goyup da gidilir mi..

Ey büyük Allah’ ım
Senin işine garışmam da
Bu işde bi yanlışlık var ama
Onun daha söylenecek sözü
Dillenecek sazı vardı
Ninesine mektupları
Hem okur, hem çalardı
Onu dinleyenler duygulanır
Hem güler, hem ağlardı.

Ninem derdi bana
Gocanam derdi
Yanık sesiyle türkü söylerdi
Böyle nasıl oldu bilemeyom
Epeydir habar gelmedi
Hasdeyim de demedi
Sesi soluğu bitivemiş
Aniden, sessizce yitivemiş.

Şindi n’olcek gari
Dostla bişeyle deyin bari..
‘’ Tellidir anam tellidir
Denizli’ nin horozları bellidir ‘’
Deye dağı – daşı aşan ses nerde..
‘’ Tepsi de tepsi fındıklar
Ayşe’ de Veli aga’ yı gıdıklar ‘’
Deye fıkır – fıkır coşan ses nerde..

Hanı nerde çoban Mustıfali
Goyunları gütmeyo mu
‘’Çöz de al Mustıfali ‘’ diyen Ayşe gelin
Oynemeye gitmeyo mu
Ses gelmeyo mu efemden
Garibim, yavrım, horozum
Türkü - türkü ötmeyo mu..

Ey büyük Allah’ ım
Neden böyle garar gıldın
Neden onu benden aldın
Neden beni derde saldın
Affına sığınırım
Bir sözüm var sana
Ben bile yaşarken daha
Neden gittin ona
Söktün ciğerimi benden
Tutuştu yüreğim,
Yandı bağrım
Affet beni Tanrım
Adaletten yana
İtirazım var sana.

Ey duaynan böyütdüğüm
Türküynen yörütdüğüm
Güneş’im, ay’ım
Efem, yiğidim, Özay’ ım
Ben gideydim yavrııım senin yerine
Sensiz yaşamak benim neyime
Sana gurban olayım
Gavuşdursun bizi Tanrım
Orda da seni bulayım
Yavrııım, bidenem, Özay’ ım.
Yavrııım, bidenem, Özay’ ım…

YILMAZ GÜNEY hayatı ve şiirleri

ARKADAŞ


Olmasın o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip ayrılsak da
Seninle arkadaş

Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş
Yanmışsın arkadaş

Dolduramaz boşluğunu
Ne ana ne kardaş
Bu en güzel bu en sıcak
Duygudur arkadaş

Ortak olmak her sevince
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce el ele

Olmayacak o ta içten
Gülen gözlerde yaş
Bir gun gelir ayrılsak da
Seninle arkadaş


KENDİM İÇİN YAŞAMIYORUM


hayatı kendim için yaşamıyorum. ve korkmuyorum
hiç birşeyden. başıma gelecekleri de biliyorum.
herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.
Yarın bizim çünkü...


BİR GÜN


Hangi zorluğu
yenmemiş insanoğlu.
Hele taşıyorsa içinde
bu insanca sevgiyi.
Güzel günler
zorlu duraklardan
geçer sevdiğim.
Damla damla
birikiyor insan.
Damla damla sevgili...
Bir gün
akıp gideceğiz hayata.
Duvarlar yıkılacak,
açılacak bütün kapılar
bilesin.
Benim yüreğim
sensin şimdi
seni vurur durur...
Ve yine damla damla
çoğalıyorsun içimde.


KÖPRÜ


Sevgili
yetmiyor 'sevgili' sözü
tek başına. Karşılamıyor
içimi dolduran duyguyu.
Oysa ben 'sevgili'
derken neler
düşünüyorum bilsen.
Sonsuz, bir güneş
bir yudum rakı
çiçeğe durmuş ince bir
bahar dalı
oğlumun sıcak yanağı
anamın acılı gözleri
babamın tütün kokan eli
evimizdeki kuş
yarının güzel günleri.
Anlatılması güç binlerce
duygu ve sen...
İşte sen
beni hayata bağlayan
en güzel köprüsün;
köprülerin en güzelisin.
Sevgilim... Güzelim...
İnsanı yaşatan
içimizdeki hayat böceğidir.
O ölürse
hayatımızın da tadı biter.
O sakın ölmesin
yaşat onu.


CANIM


Canım, sevdiğim, yüreğim
Bu duvarlar bizi ayırmaya yetmez bilesin
Bu kapılar, bu demir parmaklıklar hava inan
Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem bir nedeni vardır
hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu
Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi



Canim, Sevdigim, Yüregim...


Bu duvarlar yetmiyor bizi ayirmaya bilesin...
Bu parmakliklar, bu demir kapilar, bu hava, inan...
Bazen bir yumrukta yikacak kadar güçlü,
Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardir...
Hangi zorlugu yenmemis insanoglu.
Hele tasiyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdigim.
Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
Bir gün akip gidecegiz hayata...
Duvarlar yikilacak, açilacak bütün kapilar bilesin.
Benim yüregim sensin simdi, seni vurur durur...
Ve yine damla damla çogaliyorsun içimde.



Eskiden Bilmezdim Yalnizligi


Eskiden bilmezdim yalnizligi
Bir agaç nasil yalniz degilse ormaninda
Bir çiçek kendi dalinda
Eskiden bilmezdim yalnizligi

Yalnizligin içinde
Simdi yalniz, yalniz miyim
Kopuk muyum dalimdan
Uzaginda mi kaldim ormanin



Hayat Bize Mutlu Olma Sansi Vermedi


Hayat bize mutlu olma sansi
vermedi
Biz kendimizden baska
Herkesin üzüntüsünü
Üzüntümüz,
Acisini acimiz yaptik.
Çünkü Dünya'nin öbür ucunda,
Hiç tanimadigimiz bir insanin
Gözyasi bile içimizi parçaladi...
Kedilere agladik
Kuslarin yasini tuttuk.
Yüregimizin yufkaligi
Kimi zaman hayat karsisinda
Bizi zayif yapti.
Aslinda ne güzel seydir
Insanin insana yanmasi
Sevgili...
Ne güzeldir bilmedigin birinin
derdine üzülmek ve çare aramak.
Ben bütün hayatimda hep
Üzüldüm, hep yandim..
Yasamak ne güzeldir be sevgili
Sevinerek, severek, sevilerek,
Düsünerek...
ve o vazgeçilmez sancilarini
Duyarak hayatin

YILMAZ ERDOĞAN hayatı ve şiirleri

YAĞMUR




Yer ile yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü
Kavim göçlerinden bu yana ağlayan
Ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında
Ezgiler çalan, çaldırtan, yakalatan
Adı bende gizli bir kadındı İstanbul.
Şehre bir yağmur yağdı ben ağladım.
Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizans'tan
Yalan dolan yoktu gözlerde yalnızca ses
Verilmiş sözler birdi edilen yeminler sıfır
Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden
Bir aşkın izlerini yok edecek
Başka bir aşk sipariş edildi yeniden
Bir şehre yağmur yağdı ben ağladım
Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında
Ve buğularda yitirilen kimin adıydı
Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu
Soyulur muydu kabuğu hayatın
Yoksa tüm vitamini kabuğunda mıydı
Yağmur şehre bir yağdı ben ağladım
Ben giderken en çok seni götürdüm
Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcılar
Yardan düşmüştüm yaralarım yârdan armağandı
Kutsal kitabım da ziyan edilmiş sevgililer atlası
Bense sevmeyi beceremedim
Belki de sevilmeyi

Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı
Ben yağmur ağladım

YAŞAYABİLME İHTİMALİ



Sanem'e

soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...

Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama
yeme ihtimalini sevdim.

İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o
zaman) özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle
uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım
sonra...

Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...

Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
Ben doktor
oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu
pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir
Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden
orak çekiç figürleri türetmeyi...

Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu
haber bültenleri...
Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik
dikenleri saymazsak...)
Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu... Ve belli bir
saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber
bültenleri... Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım...
Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm
sadece...

Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama
sen yoktun... Ben, senin beni sevebilme ihtimalini
seviyordum, suni teneffüs saatlerinde... Okul servisi
seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine
götürüyordu... Ben, senin benimle Tunalı Hilmi
Caddesine gelebilme ihtimalini seviyordum...

Ben senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.

Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır
gevrekliğini... Sonra otobüs oluyordum
kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü...
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş
ovasının yalancı maviliğini... Otobüs oluyordum bir
süre... Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum
yanağım otobüs camının garantisinde...
Otobüs oluyordum... Bir ülkeden bir iç ülkeye...
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...

Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın
listesinin... Korkuyordum... Sonra iniyordum otobüsten...
Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün
en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu
koşuyordum... Çünkü sonunda annem oluyordum babam
kokuyordum sonunda...

Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan...
Ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...

Ben seninle birgün Van'daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği)
bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay
kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak
damında...
Ben seninle herhangi bir insan elinin terli
coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...

Ben senin
beni sevebilme ihtimalini sevdim...

SANA KALAN SAZ



sana
yaralarımdan çiçekler
ilk yardım geceler biraz da
ve yangında kurtarılması imkansız acılar
bırakıyorum...

seni özümün gizinde saklıyorum...
bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak
ve aldatarak tüm sevdiklerimi

sana
cinayetimin ipuçlarını bırakıyorum...
vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden
(türkülerin sırtındaki muamma!)
yazık bir nakarat bırakıyorum sana

"ben sana gülüm demem
gülün ömrü az olur"

öç biter
biter şarkı

yaz olur...

TARİHÇE



önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı
gibi sıradan mahmur
aynı sabahın
ilk sıcak çayı gibi ferah
bir karşılaşma...
- Merhaba!

sonra güzel
ve en sıcak gülüşmelerin ev sahibi
bir yüz...
- Görüşürüz!

derken
sanki elin elimde
kem gözlere keder
dünya güzeli sohbetler
- Ara beni!

ardından
derimizin altına sızan
hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran
bir korku ki
- Eyvah!

ve şimdi
kalbimi karanlıklarda hançerleyen
aklımı başımdan eyleyen
çok uzun yollarda
hiç uykulu otobüs saatleri gibi
acıtan
kanatan
yani korktuğumuz
yani başımıza gelen
büyüdükçe büyüleyen
aşk...
- Seni seviyorum!

şimdi sen
kalbimin közünde kıvılcım kıvamında
ağrıyan...

SEBEBİM DERLER YA..



ölümüm senden olur
bilinsin
ne uçsuz bir kan akışı
ne buğusu kadehte rakının
ela ve sonsuz bir teneşir uykusu
gözlerinin ağlamaklı bebeğine...

acemi zamanlar silinsin
ölümüm senden olur
bilinsin
sen istesen aslında
bütün kafiyeleri eskitirsin

aklında kalmayacak aklım
başka kollar başka sarılmalar
ve her defasında alsancak
platonik rutubet kokacak
aklına bir fikir gelecek
bir çift iri memenin kuşkusuna
fidye vereceksin

bütün iklimlerin feri silinsin
ölümüm senden olur
bilinsin

gözlerin bir içim çaydı bizansta
gözlerin
ela teneşir uykularıma kapanan kırık pencere...

ALKOL İKİNDİSİ



biz ne zaman içsek
köfte geç gelir
ve oturur muhabbetin terkisine
çıplak bir efkar sözcüğü

biz ne zaman içsek
sabah akar meycinin cebine
günde kaç kez öpüşür ki
akrep ile yelkovan

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında
dışımızda bronz bir
akşam sözcüğü

çırıl bir
efkar sözcüğü
eften püften bir kar beklentisi
delikanlı kıvamında
sevda değilse de
tabansız sevişmelerdeki
el değmemiş pişmanlık

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında

bu alkol ikindisi şiirde
şimdi burada
açılsaydın
adımın baş harfi gibi
belki ağustos kokardı ağustos

sen...
fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara
senine boyuna sevilmiş sen
yalanı sevdasından büyük sen
bir bil sen!

biz ne zaman içsek
seni düşünüyoruz
genzimizde göl göz
yaşları...

biz ne zaman içsek
iç değilizdir aslında...

dışımızda bronz bir İzmir akşamı!

BİLDİĞİN GİBİ DEĞİL



bizi bilirsin
avuçla su içmeyi
marifet biliriz
yenilmeyi bir de
kendi sahamızda...

bizi bilirsin
saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz.
limonla!
tespih yaparız,
düş kırıklarından...

bizi bilirsin
ağzının içinde oturmak isteriz.
ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz
ağzını...

bizi bilirsin
yaşamak biliriz
vademiz dolduğunda
avuçlarına gömülmeyi...

KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI



dokuzunda kayboldu mayıs'ın
cesedi bulundu
onikisinde...

kaçırıldığında da
kaybolduğunda da
ve cesetken de
yakışıklıydı...

amcamdı...

NİSANLIK ÖLDÜ MÜ



koşulacak bir sancı gibi inceden
genceden aktım geceye
ihtiyar sokaklarda acemi lambalar
ve ıslak bir ışık ilkbahara
ilkbaharın günahı olmaz nasılsa...

çocuklar bulmuş, getirdiler
kanadı kırılmış bir nisan yağmurunu
nisan'ın kuyruğuna teneke bağlar mı insan
çocuk olmasa?...
aşk şakasını kaldırır mı insan
çocuk olmasa...

bir celsede boşanıyor mağrur bir yağmur
nisanların yenildiği yalancı baharlarda...
ilkbaharın günahı olmaz nasılsa!

MEVSİMLİK ŞARKI



kanıyor takvimden gamsız ağaçsız
evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar
güvertesinde adresini şaşırmış
kayıp bir nisan yağmuru

ömrümün sol anahtarısın
hazan makamının kapısını açan
ne nisanlar gördüm ben
ilkbahardan kaçarken
bir mızraba tutunan

ne bileyim ben
böyle bir seydir herhalde
bir mevsimin şarkısı
ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı...

ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman
ağlamayı bir de
şarkıya söz yürür
yeşile aldanır suyun kudreti
ve sen hiçbir zaman
sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın
bana kalırsa sen
ömrünün sonuna kadar
o şarkının kapısında kalacaksın!

YAHYA KEMAL BEYATLI hayatı ve şiirleri

MEHLIKA SULTAN

Mehlika Sultana asik yedi genc
Gece sehrin kapisindan cikti;
Mehlika Sulatna asik yedi genc
Kara sevdali birer asikti.

Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiginden beri rüyalarina;
Hepsi meshur o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf daglarina.

Hepsi sirtinda aba günlerce
Gittiler icleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardikca gece
Dediler: "Belki son aksamdir bu!"

Bu emel gurbetinin yoktur ucu
Daima yollar uzar, kalb üzülür;
Ömrü oldukca yürür her yolcu
Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlikanin kara sevdalilari
Vardilar cikrigi yok bir kuyuya,
Mehlikanin kara sevdalilari
Baktilar korkulu gözlerle suya.

Gördüler: aynada bir gizli cihan..
Ufku cepcevre ölüm servileri
Sandilar dogdu icinden bir an
O uzun sacli, uzun gözlü peri.

Bu hazin yolcularin en kücügü
Bir zaman bakti o viran kuyuya
Ve neden sonra gümüs bir yüzügü
Parmagindan siyirip atti suya.

Su cekilmis gibi rüya oldu!
Erdiler yolculugun son demine
Bir hayal alemi peyda oldu
Göctüler hep o hayal alemine.

Mehlika sultana asik yedi genc
Seneler gecti henüz gelmediler;
Mehlika Sulana asik yedi genc
Oradan gelmiyecekmis dediler.

AKSAM MUSIKISI

Kandilli`de, eski bahcelerde,
Aksam kapaninca perde perde,
Bir hatira zevki var kederde.

Artik ne gelen, ne beklenen var;
Tenha yolun ortasinda rüzgar
Tesrin yapraklariyle oynar.

Gittikce derinlesir saatler;
Rikkatle, yavas yavas ve yer yer
Sessizlik daima ilerler.

Ürperme verir hayale sik sik,
Her bir kapidan giren karanlik
Cok belli ayak sesinden, artik.

Gözlerden uzaklasinca dünya,
Binbir geceden birinde, güya,
Baslar ru`ya icinde ru`ya.

KAR MUSIKISI

Bin yildan uzun bir gecenin bestesidir bu,
Bin yil sürecek zannedilen kar sesidir bu.

Bir kuytu manastirda dualar gibi gamli,
Yüzlerce agizdan koro halinde devamli,

Bir erganun ahengi yayilmakta derinden,
Duydumsa da zvk almadim Islav kederinden.

Zahnim bu sehirden, bu devirden cok uzakta,
Tanburi Cemil Bey caliyor eski plakta.

Birden bire mes` udum, isitmek hevesile,
Gönlüm dolu Istanbul`un en özlü sesile.

Sandim ki uzaklasiti yagan kar ve karanlik
Uykumda bütün bir gece körfezdeyim artik.

SESSIZ GEMI

Artik demir almak günü gelmisse zamandan,
Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hic yolcusu yokmus gibi sessizce alir yol;
Sallanmaz o kalkista ne mendil ne de bir kol.

Rihtimda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Bicare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranli hayatin ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmis ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmiyecekler.

Bircok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir cok seneler gecti; dönen yok seferinden.

GECE

Kandilli yüzerken uykularda,
Mehtabi sürükledik sularda.

Bir yoldu parildayan gümüsten
Gittik bahsacmadik dönüsten.

Hülya tepeler, hayal agaclar...
Durgun suda dinlenen yamaclar...

Mevsim sonu öyle bir zamanki,
Gaip bir musikiydi sanki.

Gitmis, kaybolmusuz uzakta,
Rü`ya sona ermeden safakta.

YAHYA KEMAL`in SÖYLEDIGI SON BEYIT:

Ölmek kaderde var, yasayip köhnemek hazin
Bir care yok mudur buna ya Rabbel`alemin?

TEVFİK FİKRET hayatı ve şiirleri

BALIKÇILAR



- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder
Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim
Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader

- Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim
Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur
Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta

- Olur
Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala
Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz
Çocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya biz
Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz

Hâlâ
Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi
Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi

- Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın
Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme...
Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın
Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme
Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira
Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha

Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın
Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa

- Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa
- O gitmek istedi; "Sen evde kal!" diyor...
- Ya sakın
O gelmeden ben ölüsem

Kadın bu son sözle
Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle
Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine
Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan
Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine
Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan
Bir ihtilac ile etrafa ra'şeler vererek
Uğulduyordu...

- Yarın yavrucak nasıl gidecek

Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin
Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak
İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak -
şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin
Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid
Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid
Eliyle engini güya işaret eyleyerek
Diyordu: "Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!"

Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; "Yürümek
Nasibin işte bu! Hâlâ gözün kenarda... Yürü!"
Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine
Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne?

Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... Ölüyor
Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle
Bütün felaketinin darbe-i hasariyle
Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder
Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor
Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler...

HAN-I YAĞMA



Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muhtazır
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir
Şu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı zi-safa sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var
Bu sofra iltifatınızdan işte ab ü tab umar
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malini
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin

YAĞMUR



Küçük, muttarid, muhteriz darbeler
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz
Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz
Küçük, muttarid, muhteriz darbeler.

Sokaklarda seylabeler ağlaşır
Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır

Bulutlar karardıkça zerrata bir
Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir

Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep
Nümayan olur gündüzün nısf-ı şeb

Söner şimdi, manzur olurken demin
Hayulası karşımda bir alemin

Açılmaz ne bir yüz, ne bir pencere
Bakıldıkça vahşet çöker yerlere

Geçer boş sokaktan, hayalet gibi
Şitaban u puşide-ser bir sabi

O dem leyl-i yadımda, solgun, tebah
Sürür bir kadın bir rida-yı siyah

Saçaklarda kuşlar -hazindir bu pek
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek

Öter guş-i ruhumda boş bir enin
Boğuk bir tezad-ı sükun u tanin

Küçük, pür heves, gevherin katreler
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Olur muttasıl nevha-ger, nağme-saz
Sokaklarda, damlarda pür ihtizaz
Küçük, pür heves, gevherin katreler

BİR İÇİM SU



Güzel çoban, bir içim, bir yudum su testinden
Bugün sıcak yine pek, sanki ortalık yanıyor

Güzel çocuk senin olsun hayatım istersen
Niçin gözüm sana baktıkça böyle yaşlanıyor?

Güzel çoban, ne kadar tatlı söylüyorsun sen
Yalan da olsa içim doğru söyledin sanıyor

Güzel çocuk, bana bak, aldatır mıyım seni ben?
İçin bu yaşları boş anlıyorsa aldanıyor

Güzel çoban, bir içim, bir yudum su testinden
Bugün sıcak yine pek, sanki her yanım yanıyor

BANA KİMSİN
DİYE SORMA MELEĞİM



Bana kimsin diye sorma meleğim
Pek güzel dinle de izah edeyim
Nam-ı naçizime `Fikret' derler
Şi're de nisbetimi söylerler
Kaldığım varsa da gah ekmeksiz
Kalmadım şimdiye dek mesleksiz
Nur bekler gibi nısf-ı şebde
Bekledim on iki yıl mektebde
Sonra çıktım ne için bilmeyerek
Bu da bir cilve-i baht olsa gerek
Bab-ı Ali'ye müdavimlendim
Ehl-i namus diye mimlendim
Şimdi bir hayli eser sahibiyim
`Ahmed Ihsan'da musahhih gibiyim
Saye-i lutf-i cihan-banide
Hocayım Mekteb-i Sultani'de...

SEN OLMASAN



Sen olmasan... Seni bir lâhza görmesem yâhut,
Bilir misin ne olur?
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücud
Bu leyl-i serd ile bir çâre-i teennüs arar,
Ve bulur;
Fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak
Bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu,
Bu rûh-ı mecrûhu?..

Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl,
Yaşar mıyım dersin?
Söner ufûlüne bir lâhza kaail olsa hayâl;
Soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar
Ne hazin
Gelir hâyât o zaman hem vücûda hem rûha,
Yaşar mıyız seni kaybetsek âh ben, kalbim,
Bu kalb-i muztaribim?

Sen olmasan... Bu samîmî bir îtirâf işte;
Sen olmasan yaşayamam:
Seninle rabıtamız hoş bir îtilâf işte;
Fakat bu râbıta hâlî mi rûhu ezmekten?...
Akşam
Gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu:
Fenâ değil sevişip ağlamak, fakat heyhât,
Bükâya değse hayat!..

BİRLİKTE



Birlikte açılmış iki zambak gibi hem-ser
Birlikte geçirdik büyüt eyyam-ı şebâbı
Birlikte ne yaptıksa şu insanlığa benzer
Birlikte ne gördükse mukassî ve münevver

Bir hâtıra yoktur o güzel günlere şâhid
Bir hâtıra yoktur ki bugün mevc-i şehâbı
Arz eylemesin ruhuma her an mütebaîd
Bir neş'e ki yalnız sana, yalnız sana aid

Birlikte olursak yine bir parça gülümser
Ömrün, şu geçen ömrümün ikbal-i harâbı
Tezkîr ile mâziyi, -gel ey hem dem-i dil-ber
Birlikte olurduk yine birlikte berâber

Hatm eyleyelim, gel şu gam-âlûde kitâbı.

SUNAY AKIN hayatı ve şiirleri

ALACAK

Yol kenarlarindaki
yagmur mazgallarini
kumbara sanip
harçligimi atardim
bu yüzden en çok
denizden alacakliyim

ANTIK ACILAR

Geçim parasi için
nice yaslinin
eski Istanbul evlerinden
getirdigi esyalar
üstüne kâr koyulup
satiliyor antik
acilar çarsisinda

AT KOKUSU

Son evi gösterin bana Istanbul' da
vapur sesinin duyuldugu
ki kapisini çalip
söyleyeyim içindekilere
daha çok kedi yavrusu ezilsin diye
eski iskeleleri
sahil yoluyla ayirdiklarini
denizden
Karsiliginda ben de size
kanaryasi ölüp
kuaför salonuna dönüsmeyen
kaç mahalle berberinin
kaldigini söylerim
ya da kaç fötr sapkanin
tutsak oldugunu
köhne bir konagin
askisinda
Kaç faytoncunun
artik taksicilik yaptigini da bilirim
ama söylemem
onu da siz bulun
dikiz aynasina takili boncuklardaki
at kokusundan

BECERIKSIZ

Kabugunu koparmadan
ne bir elmayi soyabildim
ne de iyilestirebildim bir yarami
ama karsima çikinca
kizmadim hiç elma kurduna
bendim çünkü biçagi saplayan
onun yurduna
Sair diyorlar benim için
bilmiyorum oysa
her siire konmali mi uyak
her yere nedense
konamiyor teyyare
hay dilimi
ari türkçe soksun; uçak
Kaptan olmak isterdim
aynanin karsisinda
eski bir sinema yildizi
gibi aglayan
Istanbul'un hatlarinda
bir firça hafifligiyle gidip
gelen vapurlara
Eskimo bir sair dokunuyor omuzuma
ve Kiz Kulesi'ni göstererek
birak artik diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu sehirde
siir okunacak tek yer
elbette denizin ortasindaki
su küçük buz dagi
Terzi olsa da babam
sökük dikmesini beceremem
beni yalnizca sen anlarsin
ignenin deliginden geçsin
diye ipliklerin
bir anlik islatildigi dudaklara
takilip kalan annem

BEYAZPERDE

Artiyor kara çarsaflilar
yurdumun her kösesinde
neden olacak
siyaha boyanip
kadinlara giydiriliyor
yikilan sinemalardan
geriye kalan
onca beyaz
perde

CEPHEDE

Aslinda ben daha güzel ölürdüm
arka bahçede askercilik oynarken
tahta tüfegimle topraga uzanir
annemin sesiyle dogrulurdum hemen
-Çabuk kalk üstün kirlenecek hinzir!
Yerdeyim yine bak annecigim
n'olur kizma adimi çagir

CUNTA

Gördünüz mü keyfini
generalin
basini sikarken
yüzünde çikan
sivil'cenin

ÇEKMECE

Büyüklerle ben yapamiyorum
çocuklar da almiyor beni oyunlarina
devlet dairesinde
yangindan kurtarilmayacak
sikismis bir çekmece gibiyim
açilamiyorum sana
Kardesiyle sokaklarda hep
bir örnek giydirilen sen
nasil sevmezsin esitligi
yürürken düsen çoraplarini
ayni hizaya getirmek için
annen degil miydi önünde diz çöken
Öpüsme sahnesinin tam ortasinda
içeri girdigin yazlik sinemanin
yer göstericisiyim
yürüyorsun fenerimin isiginda
yer:Kiz Kulesi
ve sonu ayrilikla bitecek
hüzünlü bir ask filmini oynuyor
beyaz duvarinda
Bir kez olsun çikmazken agzindan
seni sevdigimi
her gün söylememi yadirgama
bil ki bu sehirde
iskelenin verilmesini
beklemeden atlarim vapurlara
Son karesi gibi Red Kit'in
batan günese dogru
sürerken atimi
gitme kal demeni bekliyorum
ama yalnizca
rüzgar çekistiriyor atkimi

ÇUKUR

Bilerek mi yanina
almadin giderken
basinin yastikta
biraktigi
çukuru
Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin dogrulugu kadar
Beni senin gibi
bir de annem terketmisti
ki göbegimde durur
onun yoklugundan
bana kalan
çukur

DENIZ

Yasli bir devrimci
düsürmez hiç agzindan
özgürlük kelimesini
ve yatmadan önce
bir bardak su yerine
denize birakir
takma dislerini

DEVRIM

Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yil
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asildigi çividen indirilmelidir
yapraklari biten takvim

Zorbalara direnmektir devrim
bir çocugun
annesinin çantasindan aldigi paralari
altina gizledigini
söylememistir dövülen
hiçbir hali

Içinde yasamaktir devrim
dikis kutusunun
ve topluigneler gibi
bir arada olmayi gerektirir
karsi koyabilmek için zulmüne
makas denilen patronun

Gece isiklar arasinda kosmaktir devrim
ates böceklerini
yakalamak isteyen çocuklarin
pesine takilir gün gelir
yanip sönen mavi isiklari
polis arabalarinin

Kagit bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çiksa da sonunda
tasidigi özgürlük siiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularinda

Kim bilir kaç yunus görmüs
kaç deniz gezmis...

HARÇ

Bilemiyorum hangi gökdelenin
tuglalari arasindadir
elele yürüdügümüz
ve seni
ilk kez öptügüm
o kuytu kumsal
Ama duyarim
bir misir tarlasinin
yüregindeki telasi
görülünce dagin ardindan
kentin ilk gökdeleni
Daha kamyonlar dolusu
kum elenir
insaat önlerinde
ayiklanir deniz kabuklari
yok edilir gibi
bir cinayetin izleri

KAFATASI

Yurdundan çok uzaklarda
ölen bir askerin
kafatasi
kendisini bulan
çocuklarin ellerinde
hiç bilmedigi oyunlara
alet oluyor
Ikinci defa!

LEBLEBI

Nasil ayrilir
ürkeklik
ayaklari ilk kez
bir misir tarlasina
degen kargadan
Ne zaman
karar verir rüzgar
firildakla oynamayi birakip
kizlarin eteklerini
uçusturmaya
Ne yazar
ani defterine
kuru bir tarlaya
ilk düsen yagmur damlacigi
Akilli çocugun
bilgisayaridir leblebi
siz hiç anlamadiniz mi
leb denmeden
bir seyleri ...

MADALYA

Bayram yerinde canlandirilirken
kentin kurulusu
ayaklari kesilen gazi
koltuk deyneklerini
birakmadigi için alkislamadigina
inandirir herkesi
Ölü askerlerin ceplerinden
topladiklari kanli fotograflari
baris toplantilarinda
sinema önündeki çocuklar gibi
birbirleriyle nasil degistirdiklerini
bilir generallerin
Kaç askeri
kendisine özendirdigini de saymistir
savasin tam ortasinda
kuyrugunu birakip
kumtorbalari arasindan
evine kaçan kertenkelenin
Bayram yerinde canlandirilirken
kentin kurtulusu
ayaklari kesilen gazi
hiç düsünmeden
degisir madalyasini
çorap kokusuna

MEÇHUL

Mahalledeki çocuklarin
piç diye kizdirdigi
ayakkabi boyacisi
babasinin özlemiyle
önüne kurar sandigini
meçhul asker
anitinin!...

MIGFER

Yagmur sinmis topraga
usulca geceden
su içiyor göçmen kus
ölü bir askerin
ters dönmüs migferinden
Çok yasamayi diliyor
siperlerin içinde
birbirlerine askerler
hapsirik sesi
beklemeden
Korkulacak bir sey
olmazdi gözlerinde
belki ölmek
onca silah sesinden
kaçmasaydi kus
telasli ve ürkek

MINARE

Top oynayan arkadaslarini
minareden gördügü
için acelecidir
ezan okuyan
çocugun sesi

ÖLÜ ASKER

Nasil da istemistim
savasa gitmeden
sevgilimle evlenmeyi
ama nereden bilebilirdim
ki silahin
demirine çarpip
saklandigim yeri belli edecegini
parmagimdaki yüzügün...

SEHIT

Istanbul' da bir sehir
hatlari vapuruna
verildi adim
iki kiyi arasinda
usanmadan dolasir
her iskelede
seni ararim

ŞEMSİYE

tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla

anımsar mısın bilmem
yağmurun bardaktan
boşanırcasına yağdığı o günü
hani şemsiyeyi iyice çekip başımıza
dudaklarımla hesaplamıştım
yüz ölçümünü
nicedir sokağa çıkarmıyorum
şemsiyeyi
korkuyorum çünkü
kapısı açık kafaesinden
uçan bir kanarya gibi
beni ikinci kez terk etmenden

yanıt alamayacağımı bilsem bile
yanına gidip
sorarım hergün şemsiyeye
altında elele
nasıl görünürdük diye

SIIRT

Avcinin kistirdigi ceylan
bir digerine kaçip
kolayca kurtulsun diye
omuz omuza vermistir
yurdumun daglari
Tutuklanirsa yurdumdaki
böceklerin hepsi
digerlerinden ayri
bir hücreye konur
kitap güvesi
Ambalaj kagidi gibi kullanilir
basörtüsü yurdumda
bir çocukluk anisi olarak
günesi paketler
genç kizin saçlarinda
Ve sorunlarini
tartisirlar siirin
yurdumun sairleri
tank paletleri altinda
ezilirken Siirt!

SÜNGÜ

Kardes payi
yapmak için mi
uzattin süngünü
elimdeki
elmaya

TAHT VE YÜKSÜK

Tahtlarin altindaki sümükleri silmezler
çünkü ata yadigaridirlar
ve müzelerde
görmemesi için halkin
bir cemakanin içinde
sergilenirler
Kapilarida hep devdir
dünyadaki saraylarin
tokmaga uzanip
sokaktaki çocuklarla
oynamasin diye
veliahtlar
Sakin beni tarihçi sanmayin
sayfalarini yirttim
yüz ünlü türk
adli kitabin
terzi dükkanindaki resmine
içinde rastlamayinca
kilinci dikis ignesi
kalkani yüksük olan
babamin

YALNIZLIK

Semsiye yapimcilari
islanmaktan
tek kisiyi koruyacak genislikte
kesince kumaslari
yagmur degil
yalnizliktir yagan
Daha da hüzünlendirir her gece
kentin sokaklarini
bekçinin nefesiyle
düdügün içinde dönen
nohut taneciginin
yalnizligi
Ne çok sevinirim bilseniz
bir yilan
mezarima girerde
gögüs kafesimin kemikleri içinde
kis uykusuna
yatarsa

SAİT FAİK ABASIYANIK hayatı ve şiirleri

KIRMIZI YEŞİL

Kıyısına tuz ileten rüzgarı
balıkların yüzdüğünü duyarım
Dinlerim yosunların konuştuğunu
midyelerin ağladığını.
Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır
delinir
kan akar.
Bir kanadı var
zehir yeşili...



SÖZ AÇINCA

Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada'nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşam üstlerini
Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem...

Nisan yağmurları yağmış Levent'e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan yağmurları tane tane.
Benden yana konuşacaklar bakın
Cümle balıkçılar
Karidesler, pavuryalar, böcekler
İstakozlar.

Akdeniz adalarına haber yolladım
Sardunya Adası benden yana çıkacak
Yırtık yelkenler benden yana.
Benden yana bu yas dökülmüş sandallar
Medarı Maişet, Şemşiri Hücum, Maksut Kaptan
Ceylanı Bahri, Denizkızı, Bereket motorları benden yana.

Ama ben yine de tavşanları
Sivriada'nın boz renkli tavşanlarını
Kimselere değişmem.
Onları göndereceğim kulağınıza
Fısıldamaya
Meremet yapan Ermeni kadınları var ya Kumkapı'da.

Arslan gibi kadınlar
Memelerinden sert balıkçılar süt emmiş
Ak düşmüş saçlarına erkek yürekleri açılmış.

Meremet yapan kadınlar
Onlara da açtım bu sevdadan.
Hepsi
Marmara
O canım su
Sivriada
O yalnızlık, kimsesizlik, balıkçının hürriyet heykeli.

Dülger balığı
O canavar görünüşlü
O uysal balık.
O sandallar, o tavşanlar, o motorlar
Hepsi hepsi gelecekler.
Deniz diplerinden yakamozlar
Dikenleri batan süngerler
Hepsi hepsi gelecek.
Benim için konuşmaya, dinlersen
Onlara da açtım bu sevdadan.



BİR MASA

Bize bir masa ayır Yankimu
Aleksandra'mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra'm mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu.



MEKTUP

MEKTUP

I

Vapurun dümen yerinde çaldığım ıslık

Yağmurlu güvertedeki türküm
Sana yaklaşmaya vesiledir
Yoksa canım, seni unutmak için değil.
Senden sonra ancak anlaşılır
İnsanoğluna öğretilen yalanlar.
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu herşeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.

II

Senden bahis açılmadıkça susmak isterim
Senden bahis açılmaya vesiledir.
Kınalıada, vapur, deniz, yunus
Şimdiye kadar neden gökyüzü değildi
Niye böyle oldu
Neden kitapları severdim?
Bu şehirde ikimiz birden nefes alıyoruz
Yoksa neye yarardı bu garip şehir?
Burada senin doğduğun bana malumdur
Yoksa sever miydim minareleri
Süleymaniye'yi?
Sen gavur olduğun halde.



MARİKULA DOĞUR

İstemem eski rüyalardaki kadın resimlerini
Tombul ve beyaz.
Bana bir taze dişin, yazın kumsalda kızarmış
Tüylü altın bacağın yeter.
Ve tren yollarında tüten öğlelerin
Kışın şarap içtiğimiz kahvelerdeki
Boyalı kadınlar rüyası... bitsin.

Ne su başlarında tavus tüyleri gibi çeşitli böceklerin hasreti
Ne çayır içinde gülüşen çocukların yırtık mintanları.
Sen: Taze dişlerinde hıyar kokusu...
Ağzında olgun domateslerin çekirdeği
Karpuz ve erik.

Doldursun bütün bu sahili Marikula
Çıplak dizlerinde ağları ördüğün zaman
Birdenbire sancılanarak yapacağın çocuklar.
Vapurlara seslenecekler Marikula:
- Hey, kaptan dur!
Her dokuz ay on günde ikizlerini
Sandallar boş bekliyor.
Balık yalnız tutulmuyor Marikula.

Bacakları çevik çocuklarım sendedir!
Doğur Marikula doğur!



YEİS

Akşam üstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken.
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşam üstleri geliyor.

Neremden yakalıyor, bilmiyorum
Ben tam sevmeye hazırlanırken
On altı yaşındaki sevgilimi.
Elini elimle tutmak
Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir laf dinlemek isterken
Rezil... Tam o saatlerde geliyor.




ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ

Çıplak heykeller yapmalıyım
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için.
Ey önünden geçen ak sakalli kasketli
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci.
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım. Resimlerden.

Şu oğlan çocuğuna bak.
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek.

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe.
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.

Söylemeliyim.
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım.
Baygınlık getiren şiirler.
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor.
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını.
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.


Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam?
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu.

Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere.
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...



O VE BEN

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

SABAHATTİN ALİ hayatı ve şiirleri

DAGLAR

Basim dag, saçlarim kardir,
Deli rüzgarlarim vardir,
Ovalar bana cok dardir,
Benim meskenim daglardir.

Sehirler bana bir tuzak;
Insan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim daglardir.

Kalbime benzer taslari,
Heybetli öter kuslari,
Goge yakindir baslari;
Benim meskenim daglardir.

Yarimi ellere verin;
Sevdami yellere verin;
Yelleri bana gönderin;
Benim meskenim daglardir.

Bir gun kadrim bilinirse,
Ismim agza alinirsa,
Yerim soran bulunursa:
Benim meskenim daglardir

HAPISHANE SARKISI -1-

Göklerde kartal gibiydim.
Kanatlarimdan vuruldum;
Mor çiçekli dal gibiydim,
Bahar vaktinde kirildim.

Yar olmadi bana devir,
Her günüm bir baska zehir;
Hapishanelerde demir
Parmakliklara sarildim.

Çoskundum pinarlar gibi,
Sarhostum rüzgarlar gibi;
Ihtiyar çinarlar gibi
Bir gün içinde devrildim.

Ekmegim bahtimdan kati,
Bahtim düsmanimdan kötü;
Böyle kepaze hayati
Sürüklemekten yoruldum.

Kimseye soramadigim,
Doyunca saramadigim,
Görmesem duramadigim
Nazli yarimden ayrildim.

HAPISHANE SARKISI -3-

Burda çiçekler açmiyor,
Kuslar süzülüp uçmuyor,
Yildizlar isik saçmiyor,
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Avluda olta vururum;
Kah düsünür, otururum,
Türlü hayaller görürüm;
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Gönülde eski sevdalar,
Gözümde dereler, baglar,
Aynada hayalim aglar,
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Disarda mevsim baharmis,
Gezip dolasanlar varmis,
Günler su gibi akarmis...
Geçmiyor günler, geçmiyor.

Yanimda yatan yabanci,
Her sözü zehir gibi aci,
Bütün dertlerin en gücü;
Geçmiyor günler, geçmiyor.

HAPISHANE SARKISI -5-

Basin öne egilmesin
Aldirma gönül, aldirma
Agladigin duyulmasin,
Aldirma gönül, aldirma

Disarda deli dalgalar
Gelip duvarlari yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldirma gönül, aldirma

Görmesen bile denizi,
Yukariya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldirma gönül, aldirma

Dertlerin kalkinca saha
Bir küfür yolla Allaha
Görecek günler var daha;
Aldirma gönül, aldirma

Kursun ata ata biter
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldirma gönül, aldirma

ISTEK

Yaniyor beynimin kani,
Bilmem nerelere gitsem?
Içime sigmayan cani
Hangi rüzgara es etsem?
Aksam sular karardi mi?
Bir daga versem ardimi,
Içimi yakan derdimi
Sagir göklere anlatsam

Içiliversem dem gibi,
Kiriliversem cam gibi,
Samdanda yanan mum gibi,
Sabahi görmeden bitsem

Bir yüce ormana dalip
Ya bir dag basina gelip,
Beni yaradani bulup
Malini basina atsam

Görünmez kollar boynumda.
Yarin hayali koynumda,
Sicak bir kursun beynimde,
Bir agaç dibinde yatsam.

KIYAMADIGIM

Hey bir zaman bakip bakip
Seyrine doyamadigim!
Simdi gurbette birakip
Sesini duyamadigim!

Evde kapanip kaldin mi?
Seyrana çikip güldün mü?
Baskalarinin oldun mu?
"Benimsin!" diyemedigim!

Akitip gözüm yasini
Hatirlarim gülüsünü;
Kivircik saçli basini
Gögsüme koyamadigim!

Dik yamaçlarin selisin,
Sen benden daha delisin,
Simdi kimlerin kulusun?
Basini egemedigim!

Nasil vurgunum bilirdin,
Niçin benden yüz çevirdin?
Kimlerin koynuna girdin?
Öpmege kiyamadigim!

KOSMA

Sevip sevip yari ele kaptirmak
Kara bahtin bana eski isidir.
Ömrümdeki yillar kadar yar sevdim
Her biri bir baskasinin esidir.

Canlar verdim her birinin yoluna,
Hepsi girdi bir yigidin koluna,
Bülbül bile kondu bir gül dalina,
Bosta gezen bizim gönül kusudur.

Baktigim yok üzüntüye, sevince.
Feryat etmem yar basindan savinca,
Benim gibi sevmelidir sevince:
Ne göz görür, ne kulagim isitir.

Kara saçim dik basimda kar oldu,
Ak saçimla yar sevmesi ar oldu,
Bana vuran eller degil, yar oldu,
Bu dert benim dertlerimin basidir.

Kimi asik dilegine ulasir,
Sevdigiyle cümbüs eder, gülüsür,
Kimi benim gibi garip dolasir,
Asil asik kam almiyan kisidir.

LEYLIM LEY

Dondum daldan kopan kuru yapraga
Seher yeli dagit beni, kir beni
Götür tozlarimi burdan uzaga
Yarin çiplak ayagina sür beni

Ayin savki vurur sazim üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaslim dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yildir ugramadim yurduma
Dert ortagi aramadim derdime
Geleceksen bir gün düsüp ardima
Kula degil, yüregine sor beni

ÖYLE GÜNLER GÖRDÜM KI

Öyle günler gördüm ki, aydin gökler kararip
Bahtim bir bulut gibi üstüme çöker oldu,
Her gözümü yumunca tanidik yüzler görüp,
Hayaller alev alev beynimi yakar oldu.
Ümitsizlik, gariplik dört tarafimi sarip
Yüzüm siritsa bile, içim yas döker oldu.

Her sabah ilk isiklar gözlerimi oyardi,
Uyanan tas duvarlar iniltimi duyardi.

Öyle günler gördum ki, duvarlar gelir dile,
Gözumde canlanirdi eskiya masallari.
Varligimi sarardi, hain bir isteyisle
Görmedigim yumusak bir düsmanin elleri
Kafada çelik gibi fikirler dursa bile
Kalplerin eksik olmaz böyle zayif halleri:
Bazen kendi kendimin elinden kurtulurdum,
Kalbimi bir çamurda çirpinirken bulurdum.

Öyle günler gördüm ki, dost dedigim insanlar
Ben yanina varinca dudagini kivirdi.
Bir zamanlar yanimda agiz açmayanlar
Sirtimi sivazladi, bana ogüt savurdu.
Silahsiz gördügüne saldiran kahramanlar
En alçak tekmelerle beni yere devirdi.

Ruhum bir heykel gibi düsüp parcalanirdi.
Bu sesleri duyanlar gülüyorum sanirdi.

Öyle günler gördüm ki, tabanca sakagimda
Tasarladim aydinlik dünyayi birakmayi
Gönlüm acikli buldu, en atesli çagimda
Sönük bir yildiz gibi bosluklara akmayi
Tabancanin namlusu isindi yanagimda,
Parmagim istemedi tetigini çekmeyi

Bir sonbahar yagmuru gibi içim aglardi
Bir seyler fakat beni yasamaga baglardi.

Ey bir tane sevgilim, ben bugün yasiyorsam
Sanma ki hayat tatli, insanlar hos olmustur,
Dag basinda bir kaya gibiyim söyle dursam
Etrafim eskisinden daha bombos olmustur
Yalniz sana borçluyum bugün dünyada varsam:
Seni her andigimda gözlerim yas olmustur
Yaslar ki bir irmaktir, dertleri sürür gider,
Gözyaslari içinde seneler yürür gider.

Yok olmak istegiyle kalbim attigi zaman,
Bana: Yasa der gibi gülen senin yüzündü.
Dizlerim bir batakta yorgun yattigi zaman
Bacaklarima kuvvet veren senin hizindi.
Yasaran gözlerimde, günes battigi zaman
Sicak bir yuva gibi tüten senin dizindi.

Sen aklima gelince her sey gülümserdi.
Agaçlar sarki söyler, rüzgar tatli eserdi.

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektigimi:
Garip basimin derdi bir yürek tasiyorum.
Anlarsin niçin uzak yerlere baktigimi:
Içinde yasanmaz bir dünyada yasiyorum.
Görünce gülme sakin çirpinip aktigimi:
Ilik ve aydinlik bir denize kosuyorum.
Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradigim yerlere benzeyis buldum sende.

RUHUMUN DALGALARI

Ruhumun dalgalari, kosup kabarmayiniz
Her damlaniz tutusan gögsüme birer biçak.
Kalbim bir kayadir ki, neredeyse yikilacak,
Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayiniz.

Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili
Yalayan sular gibi siz de yavaslasaniz.
Bilmedigim yeni bir masala baslasaniz,
Çekilse kulagimdan hatiralarin dili.

Ey eski gunler artik bana yaklasmayiniz,
Ey hayaller, vurmayin kalbimin sert tasina.
Bütün bir hayat bile degmez bir göz yasina,
Ruhumun dalgalari, köpürüp tasmayiniz.

SON MEKTUP

Ey yar, bu mektubu aldigin demde
Kara topraklara verdim kendimi...
Hersey bana engel oldu alemde,
Bir çoskun nehirdim, yiktim bendimi.

Benim gönlüm dogusundan deliydi;
Baska dünyalarin saskin seliydi...
Bunun böyle olacagi belliydi...
Her sey biter sel yerine döndü mü...

Dünya durmaz, bahar olur, kis olur,
Belki senin gözün yas olur,
Ben garibim, benim gönlüm hos olur,
Sevdiklerim ayda yilda andi mi...

Yildiz olur sana isik tutarim,
Bülbül olur pencerende öterim.
Yer altinda belki rahat yatarim
Yer üstünde çektiklerim dindi mi...

Simdi yasamayi tatli bulursun,
Kosarsin, gülersin, tez yorulursun,
Bir gün olur yine bana gelirsin
Deli gönlün yasamaga kandi mi...

YETMEZ MI?

Ask seni harab etmez mi?
Takatini tüketmez mi?
Sendeki ates bitmez mi?
Yetmez mi gönül, yetmez mi?

Askina yoktur enzade,
Aklini aldi o taze,
Aleme oldun kepaze,
Yetmez mi gönül, yetmez mi?

Yar yoluna baktirdigin,
Uykusuz biraktirdigin,
Ask yüzünden çektirdigin,
Yetmez mi gönül, yetmez mi?

Hangi derdimi sayayim?
Aska nasil dayanayim?
Yandim, daha mi yanayim?
Yetmez mi gönül, yetmez mi?

Gögsümde tikanir sesim,
Yok yasama hevesim;
Ben bir dermansiz bikesim.
Yetmez mi gönül, yetmez mi?

RIFAT ILGAZ hayatı ve şiirleri

ALİŞİM

Kasnagindan firlayan kayisa
kaptirdin mi kolunu Alisim!
Daha dün ögle paydosundan önce
Zilelinin gitti ayaklari,
Yazildi onun da raporu:
"ihmalden!"
Gidenler gitti Alisim,
Bos kaldi ceketin sag kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabani kavrasan bile
Sari öküz gün görmüstür,
Anlar isin iç yüzünü!
üzülme Alisim, sabana geçmezse hükmün
Aganin davarlarina geçer...
Kim görecek kepenek altinda eksigini
kapilanirsin bogaz tokluguna.
Varsin duvarda asili kalsin baglaman
beklesin mizrabini.
Sag yanin yastik ister Alisim
sol yanin sevdigini.
Kizlarda emektar sazin gibi
Çifte kol ister saracak!

BİRAZ DAHA SABIR

Gözünü yıldırmasın karakış,
Altında sağlama yatağın,
Hastanede sıran var.
Ne kaldı ki şurada,
Ekim, Kasım, derken Aralık
Sabrın tükenmezse eğer,
Heybelide'sin bahara doğru.
Bilirsin can boğazdan gelir,
Senin neyine şu bakır mangal,
Çıksın çadırcılara...
Bilmem işine yarar mı artik,
Şu duvardaki palto,
Yok işte çalışmaya dermanın!
Hele otursun şu barış yerine,
Sık dişini!
Her şey düzelecek yakında,
Her şey yoluna girecek;
Doktor kapına gelecek,
İlaçlar ayağına.
Bakma kesildiğine terkosun
Serbet akacak çeşmelerden!
Bu sıcağa kar mı dayanır,
Dirilirsin bayrama varmadan,
Kalkarsın ayağa.
Sıtmalı kızının
Doya doya öpersin yanaklarını.
Biraz daha sabır, aslanım,
Biraz daha sabır!

BİZİM KASABAMIZ

Ortasındayız memleketin,
Uzak değiliz Ankara'dan
Yakınız yakın olmasına;
Gelen olmaz,
Halimizi gören olmaz.
Asfaltmış yolları boydan boya,
Lambalar yanarmış dizi dizi.
Büyük laflar eden
Büyük adamları varmış.
Dayalı döşeli apartmanlarında
Seçme insanlar yaşarmış,
Yasarmış yaşamasına.
Ama sokaklarında bizim kasabanın
İdare lambası yanmaz,
Göz gözü görmez, tozdan dumandan
Oysa ki belediyemiz vardır
Kavga dövüş seçtiğimiz
Belediyesinde meclisimiz vardır,
Vardır var olmasına.
Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahir sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz
Tezek yakarız odun yerine;
Saç üstüne saman yakarız,
Gaz yerine.
Düğün olur, dernek olur,
Kazım'ın gırnatasında aynı hava:
"Ankara'nın taşına bak" ...
Bir toprağımız vardır bize dost
İki ağız buğday verir,
Ama ne buğday
Ambarlar almaz, gömeriz.
Yıl olur tohumluk kalmaz elimizde,
Tarla gider tapu gider.
Uğraş didin altımızda hasır yok,
Sen gel de işin çık içinden:
"Tarla mı kesekli, biz mi kaçamıyok?"
Fakili'ya tren gelir Kayseri'den,
Biner gider işsiz kalan köylümüz.
Bulgur gider, pekmez gider elimizden,
Ankara'dan emir gelir,
Nutuk gelir.
"Nevürek, hemşerim, nevürek.
Ağlayak da gözden mi olak,
Dövünek de dizden mi olak."

GÜVERCINIM UYUR MU?

"Güvercinim Uyur mu,
Çagirsam Uyanir mi?"

Sömürgen cami güvercinleri sizin olsun
O doyumsuz lapaci güvercinler
Kursun bugusu güvercinleri severim ben
Kanat uçlari çelik yesili

Kus dedigin piyerlotisiz yasamali
Adaksiz avlusuz sadirvansiz
Buluttan süzmeli suyunu
Kusçular çarsisinda tüy dökmemeli

Benim güvercinim tunç gagali
Kimlerin bakisi kardesçedir
Kimlerin bakisi düsmanca
Kendisi hangi kavganin güvercinidir bilir

Tüneyip acimanin saçaklarina
Miskin sevilerle bitlenmez
Kanadindan çok pençesine güvenir

Baris taklalari süzülmeler
Gagalarda zeytin dali
Perendeler maviliklerde
Tüm gösteriler resimlerde kalmali

Güvercin dedigin uyanik olmali
Tüyler duman duman öfkeden
Yanip tutusmali gözbebekleri
Sevgiden tipir tipir bir yürek
Özgürlügünce dövüsken

KASABAMIZ

Martıların düşürdüğü tohumdan
Filizlendiğine inandığım kasabamız
Yosun kokardı evleri
Çarşıları midye kokardı
Çekirdeği çölden gelen mesçitin
Boy attığına şaşardım
Bu deniz yüklü havada
Nedense gelişemedi bir türlü
En şirin yerine dikilen
İrili ufaklı mezar taşları

Belki de ölüler böyle istiyor.

KÖRÜZ BIZ

Ne varsa otu ot çiçegi çiçek yapan
Tanyerinden söken umut isigi
Sizin olsun çekik gözlü kardeslerim
Aydinliklar sizin olsun körüz biz.
Bakmayin gözlerimizde yansiyan yildizlara
Göremeyiz atesböceklerini biz körüz
Çakip sönen deniz fenerlerini uzak kiyilarda
Bir bulut ne zamandir üstümüzde
Yurt genisliginde bir bulut kursun agirliginda
Nilüferler sularimizda açar mevsimsiz
Dolanir ayaklarimiza bogum bogum
Yapraklarinda iri les sinekleri uçusa hazir
Göz göz oyulmus gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarimizda radarlar firil firil döner
Körüz el yordamiyla yasiyoruz bu yüzden
Yeni körler peydahlariz uyur uyanir
Ayak altinda ezile dursun karinca sürüleri
Ezenlerle bir olmus yasiyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi
Körüz biz kör uçuslara açmisiz topragimizi
Ha düstü ha düsecek çelik gagalardan
Mantar mantar açilan tohumlar sicakta
Gözlerimizi bir pula satip geçmisiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz göz bebeklerimize mil çekilmis mil
Acimasiz bir namlu sakagimizda soguk
Tetikte kendi parmagimiz yabancinin degil.

LEYLAKLARI ANLATIYORUM

Leylak getiriyorsun bana güneşli birgün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda

Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
Sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak

Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkca dönüp dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikce
Yaprak taprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun

UYUSUN DA BÜYÜSÜN

Tüketme nefesini, maviş kızım,
Bildiğin Türkçe kıt gelir masallarıma.
Sözden sazdan anlamazsın,
Kuştan, yapraktan haberin yok.

Biz yaşlılar neler de bilmeyiz,
Hele sen belle dilimizi.
Biliriz de güzel güzel laf etmesini,
Çekiniriz konuşmaktan;
Yazmasını bilir, yazamayız,

Üzme beni yum gözlerini,
Uyutacak ninnilerim yok.
Türküler mi istersin benden,
Bağrıyanık memleket türküleri,
Ne arasın bizde o ses
Islıkla söylenir
Kaçak şarkılar mı istersin;
Bunlar size gelmez
Uykusunu kaçırır çocukların.

Sana hazır ninniler söylesem
Bahçeye kurdum desem salıncak,
İnanır mısın?
Ne bahçe var, ne de beşik...
Bir arabacık da mı istemezdi şu asfalt?
Yorganın, yatağın iğreti,
Doğdun doğalı, ne oyun gördün,
Ne oyuncak!

Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan murada erecek,
Sökülecek Hasbahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek!

YAŞIYORUZ

Ben ölmedim...
Beni öldüremediler de;
Yaşıyorum, yaşıyorum iste,
At kıçında sinek gibi,
Töööbe, töbe!
Kapandı yüzümüze dergi kapakları,
Bir varmış bir yokmuş olduk sağlığımızda.
Şiir... O yosmanın boyuna.
Gazete... Gelene gidene başyazı.
Ara ki bulasın sayfalarda
Şair Rıfat Ilgaz'ı.
Düştükse itibardan
Ölmedik ya, yaşıyoruz iste,
Yaşıyoruz dedik, Yaşıyoruz be,
Heeeey, fincancı katırları!

YIKANMA

Leğene girdi mi Mine
Kendini ördek sanır
Annesi verir süngeri eline
Hiç ağlamadan yıkanır.

Her yıkanışında Mine
Biraz daha küçülür leğen
Leğen mi küçülür dersiniz
Yoksa Mine mi büyür?

REFİK DURBAŞ hayatı ve şiirleri

AĞITLAR


Gözleri bir umudu, bir dalgınlığı yaşıyor
Ağzında kalabalık bir öpüşme ormanı
-Kalbindeki katiyyen ben değilim
yüzünde küçük inzal kuşları.


ANIT



Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri

Biri engin denizlerle arkadaş
biri inancın cömert efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri

Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme taviz vermedi hiç biri


BİN KUŞ AYIŞIĞINDA



Şimdi senin soluğunda akşam
çiçekler ve sular kadar yalnızım
bir o kadar da esmer saçların
bin kuş esiyor sanki ayışığından


ÇIRAK ARANIYOR



Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?

Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?

Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?


HÜCREMDE AYIŞIĞI



Sesimi sesinin üstüne koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı

Sesini sesimin üstüne koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr

Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla

Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr

Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi

Yüreğimde mezarlar açma artık
elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr


Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisinden düşmanım karanlığa
ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence

Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr

-Söyle kim hak kazandı ölüme


MAJÜSKÜL BİR KADIN YÜZÜNE



Eski yazma kitaplarda aranan
saçları kadifeli ipek bir kadın
gittiği her yeri bir majüskül sanarak
yüzünün bir yanını yazlık sinemalara
bir yanını bekâr adamlara uyduruyor

Sokak sesli eskürbacı mı bu kadın
el kadar bir tiren taşıyor koynunda
ki onu herkes soyguncu bilmektedir
vampir diye yazıldığı kitaplarda
bir sansarla evlendiği de söyleniyor

İçinde aşkın hurda bisikleti
nereye gitse bir harf uçuyor yüzünden
tenha ve gizli takvimlerde
şimdi yapma bir gül kalmıştır elinde
tahta atıyla geçtiği günlerden


MENZİL



Onlar ki aydınlık üzre
ecel toprağına
umut
ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm

Ölüm şaşırdı menzilini

Onlar ki karanlık üzre
korku mazgalına
zulüm
serdiler. Ay dolandı vay deli gönlüm

Ölüm şaşırdı menzilini

Onlar ki cehennem üzre
yürekten
cennet
süzdüler. Ay dolandı vay deli gönlüm

Ölüm şaşırdı menzilini


ÖZETİ



Kuşların dilini öğrettin bana
çiçeklerin dilini
özlemlerin, eylüllerin, gurbetlerin
akarsuların ve zamanın
ateşi sönmeyen zamansızlığın bir de

Rüzgârın koynunda gündüzün
erguvan burcundan gecelerin

Bir bunun için mi sevmedim seni?

Yalnız ve yalnızca sürgünlerde
nice karasevdaların müebbetinde
çığlıkla çılgınlığım arasında bir
her zaman unutmak isterdim seni
her zaman hatırlamak bir de

Sonsuz beyazlığında iklimlerin
çırılçıplak lekesiz kentlerin

Bunun için de mi sevmedim seni?

Soruları yanıtlanmış aldanışlar adına
yanıtları belirsiz alışkanlıklar adına
yazlar ve kışlar, elvedalar adına
bir daha bir daha kavuşmalar adına
anılarını taşıyan her şey adına

Yolunu şaşırmış gitmelerin
korkunç ve güzel gelmelerin

Nasıl ve niçin mi sevmedim seni?




PUSULA



Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim
suyun vefası ve acılar
-bir de gökyüzü
çocuklarım olsa da

Babamın öldüğü yaştayım artık
gurbeti sıla, sılası hicran
Bir de yalnızlık
arkadaşım olsa da

Rüzgârlar yazsın aşkımı

Ama gönlüm hâlâ
oğlumun âşık olduğu yaşta
-sevdanın pusulası
anılarım olsa da

İki güvercin ey ömrüm
yılların omuzuna tünemiş
biri hayat, öteki ölüm
yaşadığım olsa da


Biri Refik, öteki Durbaş aslında


SÖZ



Yazılsam ayrılığın menziline
söz nereye uçar
yalnızlık nereye sensiz
nereye acılar

Nereye uçar gökyüzü
ses nereye uçar
öyle sevmişim ki seni
ölüm nereye bensiz


TEZGÂHTAR KIZLAR



Sabahı onlar uyandırır
çıplak yüzlerinin ufkundan
eksik yaşanmış bir rüyadan
gün doğar karanlığı kalır

Erkenden açılır dükkân
sevda ile yalnızlıktan başka
dizilir uykusuz tezgâha
ince tül, gamlı ruj ve hazan

Mevsimlik ders programları
ucuzluk, damping, tek fiyattır
sattıkları ipek pazen değil
harcanmış gençlik yıllarıdır

Günlerce raflarda kalayım
çürürse sevdanın kumaşı
aşkımı yaşatmaya yeter
tezgâhtar kızların rüzgârı

Sabahı onlar uyandırır
alınterinden, aşktan önce
bitmeden başlar gece
akşam, onlarla kararır


TUZAK



Nefretin adresini mi soruyorsun
cinnet yağmurunda kimsesiz kuşların
rüzgârı çalınmış yalnızlığımı mı
sevdanın adresini mi soruyorsun
ayrılığı mavi, hüznü beyaz uçan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni
sensin çılgınlığımın zalım kaynağı
elemin aşktan damıtılmış alevi
taşarken yüzünden hicranın ırmağı
zulmetin vahasını mı arıyorsun
bakışı gül sesi, gülüşü yaz açan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni

Fırtınası çalınmış işte umudun
gençliğimin şafağı da haczedilmiş
acının ve aşkın tarihini yazmadan
su menzilinde akşam mı avlıyorsun
ikindisi kumral, baharı az olan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni

Çile kuşatılmaz demedim mi sana
nur heykeli, gün avcısı, ay alevi
yüzü bereketli sevdalar tuzağı
kalbimin adresini mi soruyorsun
soyadı hüzünlü, adı naz anılan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni


VUR



Buğdayın, petrolün ve alınterin
yabancı ırmaklara akıyorsa
su dursa bile sen durma
alnından kaderini çalanı vur

ağzından alınmış olsa da sözün
can, yüreğinden damıtılsa da
-acılar kardeşindir senin
kan sussa bile sen susma
hayından zalımdan doğanı vur
gönülden doğan acıyı vurma


YAZ



Kan fışkırıyor topraktan. Yaz geldi
dağlara. Pınarlarım kurudu.
Yüzümde karanfiller kurudu.
Günler uzun, şehvetim bereketli
Karanlığımın tarihi artık yok. Başımda
aydınlığı tazelenmiş günlerin rüzgârı
Yaz geldi. Kalbim
bembeyaz yüzünde kızların
ve uzun ince bacakları arasında
bir kuş tufanı şimdi

ORHAN VELİ KANIK hayatı ve şiirleri

HÜRRİYETE DOĞRU



Gün doğmadan
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında
İçinde bir iş görmenin saadeti
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında
Balıklar çıkacak yoluna karşıcı
Sevineceksin
Ağları silkeledikçe
Deniz gelecek eline pul pul
Ruhları sustuğu vakit martıların
Kayalıklarındaki mezarlarında
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin
Bayramlık seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi
Gelin alayı, teller, duvaklar, donanmalar mı
Heeeey
Ne duruyorsun be at kendini denize
Geride bekleyenin varmış aldırma
Görmüyor musun her yanda hürriyet
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol
Git gidebildiğin yere

KİTABE-İ SENGİ MEZAR I



Hiçbir şeyden çekmedi dünyada
Nasırdan çektiği kadar;
Hatta çirkin yaratıldığından bile
o kadar müteessir değildi;
Kundurası vurmadığı zamanlarda
Anmazdı ama Allahın adını,
Günahkar da sayılmazdı.
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye

KİTABE-İ SENGİ MEZAR II

Mesele falan değildi öyle,
To be or not to be kendisi için;
Bir akşam uyudu;
Uyanmayıverdi.
Aldılar, götürdüler.
Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helal ederler elbet.
Alacağına gelince...
Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

KİTABE-İ SENGİ MEZAR III

Tüfeğini depoya koydular,
Esvabını başkasına verdiler.
Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,
Ne matrasında dudaklarının izi;
Öyle bir rüzgar ki,
Kendi gitti,
İsmi bile kalmadı yadigar.
Yalnız şu beyit kaldı,
Kahve ocağında, el yazısıyla:
"Ölüm Allah'ın emri,
"Ayrılık olmasaydı."

SABAHA KADAR



Şu şairler sevgililerden beter;
Nedir bu adamlardan çektiğim?
Olur mu böyle, bütün bir geceyi
Bir mısraın mahremiyetinde geçirmek?

Dinle bakalım, işitebilir misin
Türküsünü damların, bacaların
Yahut da karıncaların buğday taşıdıklarını
Yuvalarına?

Beklemesem olmaz mı güneşin doğmasını
Kullanılmış kafiyeleri yollamak için,
Kapıma gelecek çöpçülerle,
Deniz kenarına?

Şeytan diyor ki: "Aç pencereyi;
"Bağır, bağır, bağır, sabaha kadar."

GÜZEL HAVALAR



Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti

ANLATAMIYORUM



Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum

SERESERPE



Uzanıp yatıvermiş sereserpe
Entarisi sıyrılmış hafiften
Kolunu kaldırmış kolluğu görünüyor
Bir eliyle de göğsünü tutmuş
İçinde kötülük yok biliyorum
Yok, benim de yok ama
Olmaz ki
Böyle de yatılmaz ki

DENİZİ ÖZLEYENLER İÇİN



Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
"Bakar bakar ağlarım".

Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından:
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lapinaların en harelisi...
Hâlâ tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.

Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara!
Köpükler ki fena kalpli değil,
Küpükler ki dudaklara benzer;
Köpükler ki insanlarla
Zinaları ayıp değil.

Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.

KAPALI ÇARŞI



Giyilmemiş çamaşırlar nasıl kokar bilirsin,
Sandık odalarında;
Senin de dükkanın öyle kokar işte.
Ablamı tanımazsın,
Hürriyette gelin olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun telleri,
Bu duvak onun duvağı işte.
Ya bu camlardaki kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil fistanlı...
Geceleri de ayakta mı dururlar böyle?
Ya şu pembezar gömlek?
Onun da bir hikayesi yok mu?
Kapalı Çarşı deyip te geçme;
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu

İSTANBUL�U DİNLİYORUM



İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çarşı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgarında, ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başında eski alemlerin sarhoşluğu,
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.

GÜN OLUR



Gün olur alır başımı giderim
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
Şu ada senin şu ada benim
Yelkovan kuşlarının peşisıra

Dünyalar vardır düşünemezsiniz
Çiçekler gürültüyle açar
Gürültüyle çıkar duman topraktan

Hele martılar hele martılar
Her bir tüylerinde ayrı bir telaş

Gün olur başım kadar mavi
Gün olur başım kadar güneş
Gün olur deli gibi

BİRDENBİRE



Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.

Birdenbire,
Birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.

YAŞAMAK



Biliyorum, kolay değil yaşamak,
Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne;
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,
Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...
-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-
Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak,
Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler,
Ölmek de kolay değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak

SİZİN İÇİN



İnsanlığa

Sizin için, insan kardeşlerim,
Her şey sizin için;
Gece de sizin için, gündüz de;
Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı;
Ay ışığında yapraklar;
Yapraklarda merak;
Yapraklarda akıl;
Gün ışığın da binbir yeşil;
Sarılar da sizin için, pembeler de;
Tenin avuca değişi,
Sıcaklığı,
Yumuşaklığı;
Yatıştaki rahatlık;
Merhabalar sizin için;
Sizin için liman da sallanan direkler;
Günlerin isimleri,
Ayların isimleri,
Kayıkların boyaları sizin için;
Sizin için postacının ayağı,
Testicinin eli;
Alınlardan akan ter,
Cepheler de harcanan kurşun;
Sizin için mezarlar,mezar taşları,
Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları;
Sizin için;
Her şey sizin için.

SÖZ



Aynada başka güzelsin
Yatakta başka
Aldırma söz olur diye
Tak takıştır
Sür sürüştür
İnadına gel
Piyasa vakti
Muhallebiciye
Söz olurmuş
Olsun
Dostum değil misin

BAYRAM



Kargalar, sakın anneme söylemeyin
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye Nezareti�ne gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım
Simit alırım, horoz şekeri alırım
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin

PAZAR AKŞAMLARI



Şimdi kılıksızım, fakat
Borçlarımı ödedikten sonra
İhtimal bir kat da yeni esvabım olacak
Ve ihtimal sen
Yine beni sevmeyeceksin.
Bununla beraber pazar akşamları
Sizin mahalleden geçerken
Süslenmiş olarak
Zannediyor musun ki ben de sana
Şimdiki kadar kıymet vereceğim?

OĞUZ TANSEL hayatı ve şiirleri

ÇAĞRI

I

Yürümek yol yordam öğretir
Kuşun özgürlüğü uçtukça büyür
Atın ceylânın koştukça
Yolculuğa çıktıkça sular
Iğdeler yaprak çiçek açtıkça
Düşünüp yaptıkça insanlar
Ay batıp gün doğana dek
Dört mevsim on iki ay
Bilesin hep seni düşündüğümü

Oğuz Tansel




MAVU BOĞAZ

Kuşça Dağları�nın eteklerinde
Toprağa denize benziyor sabah
Irmak mavi köy mavidir
Siyah karakol mavi kanal
Orman yol köprü mavi
Yolcular maviymiş eskiden
Zulme karşı dağa çıkan
Erkinlik için yol kesen
Mavi eşkiyalar olmuş bir zaman
Kuş mavi ağaç mavi
Dağ mavi, aşk mavi
Dünya mavileşmiş burda
Mavi türküler aklımda

Oğuz Tansel




MASAL DÜNYASI

O masaldaki güvercinler mi
Böyle hür dolaşan bu göklerde,
Yıkanırlar maviliklerde;
Bir kıral kızı kimi,
Kimi şehzade sevgilisi,
Hatıralar gibi uçtular kanat, kanat�

Bir halk türküsünde kaybederim kendimi
Bir masal dünyasında yaşar,
Bir halk türküsünde bulurum seni.

Oğuz Tansel




TUTSAĞIN TÜRKÜSÜ

Ne korkunçtur hatırlamak uçuşunu,
Gönlünce uçan bir kuşun.
Anlamı bu mu insan oluşun?

Ayak izi, dil yankısı kirletmemiş bir dağ başına,
Bir tanrı gibi göçmek murat taşına
Içimdeki dağları birbirine vurmak;
Kalbsiz bir tanrı gibi şöyle kenarda durmak;
Özlenip aranmamak, aranıp bulunmamak.

Oğuz Tansel




SALKIM SÖĞÜT

Ayrılıktan eğlim eğlim dalların,
Düşüncelere dalmışsın kapkara.
Başın yerde gözlerini mi yitirdin?
Gölgen toprağa uzanmış, düşüncelerin suya.
Toprak adamına benzer duruşun,
Ağacım, bana da ver sabrından.
Yapraklarında taze ay ışığı,
Bezgin değilsin yaşamaktan.

Iyi insanların düşünü azma
Içli türküler söyleyerek geceleri,
Bu yoldan hırlı geçer, hırsız geçer,
Yalnız, can dayanmaz ayrılığa.

Büklüm büklüm dalların �dönen yerleri�
Tel tel nakış, kimseye deme.
Insanın insan elinden çektiği,
Ağacım, dert oturdu yüreğime.

Beni, dalların bir hoş eder,
Bir sevgili yakınlığı sarar içimi.
Esmerim, boş ver de gel,
Ekmek, su gibi özledim seni.

Oğuz Tansel




ADAMLAR

Adamlar; yolağzında çömelekalmış,
Alınları, elleri çizgi çizgi;
Zincirlenmiş gibi düşüncelerden
Kaygılar içinde yüzleri.

Yüreklerindeki ateşten habersiz,
Gözlerinde toprak özlemi,
Yıllar yılı çağlamış
Başı boş sularca elleri.

Adamlardan güneşi içinde bulan,
Dumandan sıyrılmış dağ gibi;
�Bize uyuşukluk yakışmaz� diye
Doğrulup gürleyiverdi.

�Yaşamak için geldik dünyaya,
Yaratabiliriz iyiyi, güzeli.�
Günlük güneşlik kesildi yol
Kararlı gözleri.

Oğuz Tansel




MAYIS YAĞMURU

Gümüş tekerlekli altın araba
Atları köp içinde
Göklerin buluşması toprakla
Siyim siyim, ince ince
Yeryüzünde dönüp ağar.

Gümüş tekerlekli altın araba
Çocukların sevincini görmeyin
Güneş, aşkla besler yaşama gücünü
Eğri büğrü dönse de dünya
Şaşmaz yasaları doğanın.

Gümüş tekerlekli altın araba
Pırıl pırıl, el ele dallar
Hava ortak malı cümlenin
Gök her evin damında yıldızlarıyla
Dostluk boy vermede dal dal.

Gümüş tekerlekli altın araba
Toprağın özü kokan sevgili
Ayırmaz burası dağ, şurası ova
Doyurmak için varlıkları
Örnek verir eşitliğe.

Gümüş tekerlekli altın araba
Ateş her eli yakar
Olmasın beş parmak bir düzeye
Her elde beş parmak var ya
Yağmur müjde güzel günlere.

Gümüş tekerlekli altın araba
Arzular yaprak yaprak belirir
Yıkanıp arınır kötülüklerden
Bir mayıs sabahı yağmurdan sonra
Dünyamız yepyeni oluverir.

Oğuz Tansel




KAVAK AĞACI

Ilk ışık saygıyla selâmlar dallarını,
Başın ufuklar ötesinde güler.
Rüzgârların dilinden yaprak yaprak anlarsın,
Üstünde sevgisi cıvıl cıvıl serçeler.

Insanlara örnek duruşun,
Uzak diyarlardan selâm getirir leylek
Tavında toprak gibi gücün yeter yaza, kışa
Bizimkinden başka, aydın dünyan gerçek.

Yer yüzünün süsü, onuru
Işıl ışıl türkü söyler toprağa gölgen.
En temizi sevgilerin en arısı
Çalışanların hayatına yakın düşüncen.

Vücudun çelik gibi kavak ağacı
Seni kucaklamak gelir içimden.
Topraklarımda biriniz bin olsun,
Bütün iyi dilekler yürekten.

Oğuz Tansel




MUTLULUK PEŞINDE

I

Karanlık Dünya masalındaki
En küçük kardeşim ben
Yaralı devin indiği kuyudan
Yer altı hazinelerine gidiyorum
Dönersem bütün bezekler sizin
Yandıkça iniyorum indikçe yanıyorum
Bütün gemilerin halatları belimde
Karanlık dünyaların ilkinde
Bir demet karanfil gibi bağlı duran
Üç güzel kızı kavuşturdum özgürlüğe
Kara koyun koyunların şahı
Ak koyun yüreğimin yağı
Merkez katı sıvı ateş dünyanın
Tam ortasında bu katın
Bir çekirdek olmak gerek
O bütün tohumların özü
Erimiyen yanmıyan
Yer yüzüne bir çıkarsak
Gereksinmeyiz güneşe
O zaman kendiliğinden dağılır
Kardeşlik iyilik güzellik
Yaban otları gibi bürür dünyamızı
Dev burada kalsın
Yaralı kartala ok atmam
Biz dönelim çileli yolculuğa


II

Bir semender hakladım önce
Onunla değiştirdim organlarımı
Ateşlerin düşlere sığmıyanında
Zırhlara bürünmüş gidiyorum
Mercanların şafağında
Önce yitirdiğim gözlerimi buldum
Ellerim gerçek güneşler içinde
Kollarım kilometrelerce
Altın dağlar elmas dağlar
Hiç önemli değil gözümde
Kırmızı topazları gök yakutları
Zümrütleri yeşimleri
Güneş gözlerini aytaşlarını
Yanardağlar gibi atıyorum yer yüzüne
Çam gövdesi gibi yılanlar
Çini çini bakar gözüme
Gecesi gündüzü olmıyan bir dünyada
Timsah sırtında balık boynunda
Bir karabatak gibi dala çıka,
Arıyorum çekirdeği
Renk boy farkına bakılmazsa
Dünyamızın tıpkısıydı bu dünya
Yalnız tapınan bir yaratık görmedim
Yoktu savaş barış sözcükleri
Ilkin öldürdüğüm semenderden utandım
Timsahların balıkların sırtı geldi aklıma
Hayvanlardan özür dilerim.


III

Sözün kısası
Az gittik uzunluğuna
Uz gittik derinliğine
Mutlu çekirdeğe ulaştık
Kalbe benziyor kalbe
Balık gibi o da yüzer
Bütün âşıkların ateşi onda
Işığı seller gibi çağlar
Elini sür el olsun, gözünü sür göz
Altın gözlü balıklar zümrüt kuşlar
Elmas gözlü yılanlar yakut ağaçlar
Dile geldi sevinç içinde
Dünyamızı çevirmek için cennete
Elele verip cümle yaratık
Ileteceğiz yer yüzüne


Oğuz Tansel




DÜĞÜM

Söylediğin türkü korkuturdu beni
Yüreğimde kaygıların zehri
Ayrılık çaldı kapımı

Ürperirim yolculuktan
Çözülüverir düğümler
Kavuşan ellerde ışık
Ölür geride kalan

İç çeker göğüsler deniz gibi
İnanmak istenmez acı gerçeğe
Yolcu gider yıkılır dünya
Tren raylar üstünde kayar
Toprak ayaklar altında

Gümüş kanatlı bulutların rüzgârına
El verip düşmeliyim yollara
Şehir suyu çekilmiş değirmen
Başlar anılar dünyası


Oğuz Tansel




İĞDE AĞACI

Her sabah yürekten selâmladığım,
Baharda süslü, kışın çırçıplak,
Ana, kardeş gibi düşünürüm, sevgili
Bir halin var pek dokunur içime;
Ne kaygısız deyip imreniyorum sana,
Yerini beğenmiyorum bizim bahçede;
İçimde sanki beraber yaşıyoruz.
Sarı çiçeklerin erken tomurur;
Her halde hapislerle komşusun;
Yapraklarına özlem türküleri dokunmuş;
Dalların yıldızlarla konuşur;
Köklerin bilinmez düşlerde.
Neden bizimle konuşmuyorsun?
O canlı, dipdiri duruşunla,
Hep onu düşündürüyorsun,
Görmüşlüğün var mı iğde ağacı?
Özgür yaşamayı biliyor musun?

Oğuz Tansel




SELAM

Günaydın dostlarım
Amasya�dakiler İstanbul�dakiler
Düşünen başlar yaratan eller
Asya�da Afrika�da Avrupa�da
Dünyamızı güzelleştiren kollar
Özgürlük iyilik istiyen yürekler
Dünyanın herhangi bir yerinde
Çile çeken ter döken
İnsanlar için yurt için
Kinle yumruk sıkan
Özgenlik için savaşanlar
Doğmuş doğacak güneş çocukları
Düşünüp sevdiklerim görmeden
Prevert�in Barbara�sı
Gauguin�inkiler Matisse�inkiler
Özgür çingeneler adını yazmadıklarım
Topunuza candan selâm

Oğuz Tansel




MAYKU

Aylardan kiraz ayı
Gözlerime uyku girmez oldu
Karanlıkların ürpermesi dolar içime
Yüreğime ateş düştü Mayku.

İğde dallarından altınlar yağar
Testisi omuzunda, belinde eli
Kırlangıçların sevinci eteklerinde
Sevince dağlar dillenmeli

Burda taş olmuş gelinler kızlar
�Ayrılık var bir yandan� dudaklarında
Salla saçlarını öldür beni
Aklımı bıraktım sulara

Bahar sabahlarının tatlı yağmuru
Sendedir mânaların en güzeli
Ay akşamladı gözlerinde.

Oğuz Tansel




MAYKU

III

Kanıların değişmezdi hanı
Kömür gözlüm öpülesi ellerin
Ay ışığı doldurur odama
Tutsakların özlemi tüm bende
Seni denizi kuşları düşünürüm:
Tomurur kupkuru iğde dalları
Yollar boyunca türküler gider
Karanfiller dert olur aklıma
Kayan yıldız tepeden tırnağa aşk
Tutuşur bir gelincik tarlası
Fidanın topçiçeğim gün gün
Yüreğime burgu burgu gömüldün

Oğuz Tansel




BİLİNÇ IŞIĞI

Sevgi dolu yürekleri,
Canım dünya çocukları;


BİLİNÇ IŞIĞI

Işık özünden hamuru,
Mayası kardeşlik, barış,
Yapalım tükenmez ekmeği;
Sunalım yeryüzü sofrasına.
Dağı bağ yapan bu bilinç,
Güneş olur çalışan ellerde.
Savaş, kıyım, yıkım korkusu,
Karartmasın güneşimizi bir daha.
Özgürlük, barış, kardeşlik
En köklü, en soylu yasa.

Oğuz Tansel

NİHAT BEHRAM hayatı ve şiirleri

LEYLİM HALAYI



Bu ne güzel kürt kızı
ha leylim bu ne güzel kürt kızı
Yanakları kırmızı
ay aman yanakları kirazlardan kırmızı
Sakınmadan uçurumdan geçerim
kavuşması yolum olsun
sakınmadan uçurumdan geçerim
Taşta bitsin incitmeden biçerim
sarmaşıklı ay bakışlı bu kızı
taşta bitsin incitmeden biçerim

Oy gelin
Dudakların menevişli yanağında gül benin
Bir sarımlık soluyayım dur gelin
Oy gelin
Oylum oylum düşlerimi oyalayan toy gelin
Koynumdaki çırayı yaylım yaylım tutuşturan tay gelin

Bu ne güzel kürt kızı
yâr aman bu ne güzel kürt kızı
Bakışları yüreğimin sızısı
kuş sürüsü bakışları yüreğimin sızısı
Kanatlanıp doruklarda uçarım
kavuşması yönüm olsun
kanatlanıp doruklarda uçarım
Çölde kalsam sele dönüp geçerim
yuymak için duymak için bu kızı
çölde kalsam sele dönüp geçerim

Oy anam
derdim var dertten iri
Ay aman yüzü nar nazı yaman
bu gelin kimin yâri

SONUÇTA ACIDIR YÖNETEN AŞKI



Sevinci arıyor ve
buldukça
yavrusuyla suya inmiş suna gibi coşuyorsa da
sevdadan sevdaya koşarken insan
sonuçta acıdır yöneten aşkı...

Gök ve toprak arasındaki boşluğun
gizemli sesini topluyor düşlerimize
içimizdeki mıknatıslar
istesek de unutamadığımız kimi anılar
ya da bir türlü ulaşılmayan arzularımız
onların tığlarıyla örüyor ömrümüzü;
aynı yürekte aynı gece
tutkunun ve nefretin anlık çırpınışları
cesaret ve korkunun izinde oynaşıyor
erinç ya da keder
aynı yürekte aynı gece
dönüşsüz hızıyla yarışıyor zamanın;
kınsız, duraksız geçiyor dakikalar
gün bekletmeden doğuyor;
nazlanan kendini nazıyla oyalarken
öpülenin, koçulanın hazzıyla pırıltılı
alarıp, tanyerinde şavkıyor ışık;
sevinç duyulduğunca harlı
acı solunduğunca azgın
ve aşk - ki tanrısı da, kulu da insan -
ateşten ve dumandan yavruluyor onları;
ilk öpüşün tadından kaynayan pınar
sonsuzluk duygusuyla akıyorsa da
sonuçta acıdır yöneten aşkı...

Dağların da bir ruhu var rüzgârın da;
gurur, özgüven ve sadakat
sınıyor kendini yıldızlarla, alnında dorukların;
ister bahar tütsün ömrün telinde, ister güz
kanatları kıpır kıpır esen seher yelleri
durmaksızın uçarı, durmaksızın tutuşkan;
çığlar ya da uçurum, kökler ya da tomurcuk
neyin ruhu çınlarsa çınlasın sinesinde insanın
sonuçta acıdır yöneten aşkı...

Doğuyor ve ölüyoruz
göğün ve toprağın bir toplamı olarak
sonsuzluk sadece düşteki ışıltımız
ve sadece sevdayla varılmış sevinçte balkıyor hayat
duyulan - ki kolları da olsa dallarınca ormanın
yar koynunda bal süzene az gelir - onun yankısı fakat
yarasını yarayla saranda ancak
sesini bulan
söylenmiş söylenecek bütün şarkılarıyla
sonuçta acıdır yöneten aşkı.

İNTİKAM ALIR GİBİ



Candaki tılsımından, kana hız veren nabzın
rüzgarla sağnağın şafaktaki dansından
sudaki pırıltısından alkım sırlı sedefin
kozadaki ipeğin mahzun ışıltısından
damıttığım hıncımla
intikam alır gibi sıyırdım seni
külden, kirden, irinden
insanı soluksuz bırakan karanlığından umutsuzluğun
ihanetin süslenip tutkunun yolunduğu
yozluğun şan diye sunulduğu o caddelerden;
sindikçe sinsi
tozdukça moloz
ininden o kuduz şatafatın
intikam alır gibi sıyırıp seni, kendimin kıldım;
bir de samanyolu, bir de ay
bir de ateşböcekleri vardı benimle
zümrüt
yakut
yakamoz...

Sevincin peteğinde güvelenmiş acının
kinin, küfün, soluşun
uluyan gözdağına boyun büken duruşun
pasın, sisin, sönüşün
coşkuyu sığlaştırıp soysuzlaşan dövüşün
ağından, kovuğundan
intikam alır gibi sıyırıp, saldım seni ufkuma
yudum yudum arıttım;
dalların ilk filizlerini okşayan körpe bahar güneşi
ışıktan tülüyle gizli gizli koruyordu kalbimi
toprağın ilk ılıman buğusunda çiçeklenen fulyalar
ikiziydi ağzımda yanan ıslaklığın;
bir de uğurböcekleri, bir de kumrular
bir de meltem vardı benimle
ıtır
reyhan
nektar...

Üzüm taneleri bırakıp dudaklarına
intikam alır gibi bağrımdaki yaradan
ısırıp ısırıp, tadıyla oyalandım kıvranışının;
ne sevinç evcildi o an
ne tenimiz mahrem, bölüşmesiz;
bir de turna sürüleri, bir de sülünler
bir de yıldız kaymaları vardı benimle
yanardağlar
çıralar
çakmaktaşları...

intikam alır gibi kaderimden
böyle dövmeseydi eğer
öfkemi nabzım
ne hayat canımda özünce balkır
ne aşk huyunca çınlatırdı benzimi;
dağ deli
dal divane
özlemim zehrim olur
ufalanıp, sulara dağılmış mercan gibi
süzülür, dökerdi inceliğini içimdeki gelincik...

Sessiz, sevimsiz, teslim olmuş ne varsa
intikam alır gibi tek tek her birinden
döv nabzım, haz ile avaz ile, döv ki bağrımı böyle
olur da pusuya düşersem bir gün,
kuşlanıp, düşlenip yol bulur kalbim.

YENİLGİ



Ah susuşu o saf yüreğin
ah, acısı acemi çocukluğun
düş kırıklığı, coşkudaki bozgun

Ah yenilginin yorgun kısrağı
kendi içini kavuran kızgın ateş
bekleyişe bağlanan umut, tasası haykırışın

Ah, ardı ardına kenetlenen ölüm
ah, hıncı sabırla bezeyen sır
yazmadaki sırması ağlayışın, tırnaklara oturan kan

Sanki delirmenin eşiğindeyim
boş bomboş gözlerine gömülmüşüm bir köpeğin
mısırların süt taneleri, kestanelerin
bademlerin daha olgunlaşmamış
suyla susuzluk arası kayganlığında
aranıp duruyorum kendimi

Ey yangınlarda patlamaya hazırlanan merak
ey içimi ekşi sularla çalkalayan baş dönmesi
ıssız ıpıssız boşluğu aysız gecenin
ölümle yaşamak arasındaki şerit
naneler, kekikler, ebegümeçleri
ve şifalı bulutu kaynar kükürt deresinin
çekiyor altımdan nemli döşeğimi

Ah, yürekleri toprağa saplanan arkadaşlarım
ah, oğlakların, tayların, buzağıların
acı otlarla kararan damakları
akşamları barut kokusuyla dönsem de odama,
sancısı: çaresiz seyrettiğim ölümün

Ah, bir kere daha kederliyim
ah, çılgın bir aşkın kollarında incelen bıçak
seni öperek bilemeliyim

BİR AŞK ÖNCESİNİN SIZISI



Ah yine mi gönlümde benim
kuş uçar yana yana
su akar döne döne?

Filizlerin yaralısı aşkların
sır-sınır tanımayan düşleri
yine mi sarmış teni
asmalarda sürgünlerin belalısı işlere?

Gizleyemem:
bir yanım duruşundan sığırcık
bir yanım bakışından tomurcuk...

Bilemedim nasıl oldu:
kayıp gitmiş yüreğimin yarısı
ardı sıra çiçeğine goncalandı büyüsü...

Dahası var:
talan olur, yalan olur
yeşermeden yolan olur diye diye
ötesini- berisini soramadım kimselere düşümün
yazılarım- sızılarım saklı kaldı içimde;
bir kez olsun duruşunu saramadan ölür isem
suç benim!

"Boşver!" dedim:
eli- günü düşünecek an değil
yaralanan benim canım kime ne;
dudağımda kıvılcımın irisi...

Korktuğum şu:
ürkütürsem kavuşamam, ayışığı kirpikleri incinir;
gücenirse barışamam, bu dert beni bitirir...

Kısacası:
yoncalara oyalanmış gözlerinde
usul usul uçuşan kelebeksi o gülüş
saçlarında esin kuşun yavrusuna
yuva yuva kıvırcık
sesler beni köşe- bucak huyuna...

Neyleyim ki:
şu ömrümde doyamadı hasretlerin sürüsü
gide- gele yol üstünde kanarım;
ne gurbette ne sılada duruldum
ona yanarım.

ÖZLEMİN KADAR



Toprağın iştahıyla dallardan
kuruyan yaprakları topluyor rüzgar
üşüyen çocukların teniyle kelebekler
sindi solgun çiçeklerin dibine
göğün karaşın kıvılcımları kırlangıçlar
tel tel sıyrılıp bulutlardan
göçtü uzaklara
yaz bitti...

Nasıl isterdim, ah yazgımı değiştirmek
öpüşür gibi sessizlikle
su içen bir ceylanın
halka halka dudaklarından
çakılların, yosunların köpükteki nazına doğru
başıboş
akıp gitmek bir derede...

Zift ve kemik arasında sıkışıp
ezilmiş filizin uğultusuyla
taşıdığım ruhumdan utanarak
otları dinliyorum
ne başka sızım olsaydı keşke
ne başka sözüm artık
kaçsam, kaçıp gitsem buralardan
kederi beni daha fazla boğmadan
uzağında bulandığım kırların...

Koynumda özleyişin kusursuz ürpertisi
güvercinlerim
ve ömrüm sıra huylarıma dolaşan
çocukluk günlerimdeki telaş
ah, sadece şiirle yaşasaydım
giziyle düşteki ışıltının
dallara kuşlar ve sincaplar kadar yakın
gülüşleri dolunnay
öpüşleri sarmaşık
güzelimi her sabah
salkım salkım leylaklar
yağmur ve gonca kokusuyla anarak...

En yüce yaratıktı oysa
ateşi ve sevdayı bulurken insan
yazık ki artık
bir kelebeğin titreyişleri kadar olsun
sahici gelmiyor bana
sorsalar, söyleyemem yeniden
hangi şehrin renkleri gökyüzünün dengidir
ya da yolununca gönlündeki sümbülü
küskün öten bülbülün
derdini kim üleşir;
çölden kopan rüzgar bile
ufkunu böylesine onulmaz
böylesine arsızca ağılayan insandan
daha kumsuz daha nar...

Çaresiz dinecek bu çile bir gün
tırnak ve nasır gibi ruhumda katılaşan
bereketsiz bu kalabalıktan
soluyup alacak beni duldasına doruklar
durulaya kurulaya büyütmek için
yeni doğmuş kuzuların sesiyle
toprağını kayalardan emziren hızıyla yaylaların...

Güzelim, serçeler mi taşıdı sana
bahçelerden, çimen çimen
karadut oyası zülüflerini
çiğdem tüten gamzeleri omuzlarına
kırdan mı sardın
yad ellerden esen yelde sevdalın mı var?

Unutma: hiçbir şey yakışmıyor kalbime özlemin kadar.

YİNE DE GÜLÜMSEYEREK



Ne sağnaklar görmüşüz, yarılan gökyüzünden alnımız
yıldırımlarla ağmış,
ne rüzgarlar çınlamış bağrımızda, coşkusundan kırılmış
kaburgamız,
dişlenip kayaları ne ateşler yakmışız, aşmışız ne zifir
uçurumlar,
yine de ürkütmeden öpmüşüz bir ceylanı gözlerinin
yaşından
incitmeden tutmuşuz ağzımızda yorulan kelebeği;
şimdi asmalardan korukların tadı silinmiş, sesimizde sendeleyen bir keder,
uykusuzluk serin serin sızıyor acıyan tenimizden;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzde aşkın yeri çok derin.
Ne azgın canavarlar üstüne yürümüşüz bir demet
çiçek için,
neyimiz var neyimiz yok vermişiz bir narin dilek için,
yıllarını taş duvara örmüşüz ömrümüzün bir hırçın
yürek için;
şimdi çevremizde yosunlaşmış sessizlik,
yabanıyız gittiğimiz her şehrin, çiğdemsiz, kükremesiz,
kimsecikler sezmiyor boynumuzdan didişen örümceğin
zehrini;
ziyanı yok, nasıl olsa nabzımızda durulanır yaşamanın
iksiri.
Ne güzel sevmişiz, ağzımızda mavi bir tat kekremiş,
ne sızılar sarmışız yumuşacık öpüşlerin çığlığını kuşanıp,
şafaklar tutuşkunu şarkılar yuvalanıp ne mintanlar yırtmışız,
şimdi usulcacık ürpersek kara gece uykumuz kaçacak
kadar delik
üstümüz çimensiz tepeler gibi bereketsiz, örtüsüz, serin;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün çayırları ipekten,
bakışımız lekesiz.
Ne masalar düzmüşüz kıvrımları gümüş, kakmaları sedeften,
ne milyonlar yanından başeğmeden geçmişiz, huyumuz
değişmemiş,
hayatımız günbegün çarpışarak yaşanılan sırların ürünüdür;
şimdi kar altında avcumuz, avurdumuz ilaçsız,
ıssızlaşmış sabahlar, yoksunluk arsızlaşmış,
kaçışır yolumuzdan gölgesini de alıp o şaklabanlar
inildesek açlıktan;
ziyanı yok, nasıl olsa gönlümüzün dağı taşı altından.
Ne devlerle dalaşmış kanımızı göstermeden silmişiz.
ne kudurgan günlerde elimizi dost eline titremeden vermişiz,
bir ömür seğirtmişiz bir nefes beklemeden;
şimdi nice anışların dudağı üşüyen bir çocuk kadar uçuk,
nicesi elsıkışların sahtekar çıkmış. - Bizi eşkıya soymamış abi
muhabbet yıkmış!

SUDA YİTEN AYIŞIĞI



Kırk sevginin baygınıyım - belki de yüzkırk -
yine de yalnızlık yalazlanır kırık kalbimde

Otların tutuklusu
haylazı ağzım
şimdi tutlusu kara suların.

Her şeye yeniden başlayabilseydim eğer
aşkımı acıyla anmazdım artık.

Ben ki delisiyim suların, oysa bu sular
çöl rüzgarı kadar bulanık.

Akar gibi geçiyorum dünyadan, ısınıp bakınmadan,
sarhoş
sıkılgan
sırılsıklam...

Kırk diyarda kırkbin öpüşün bitkiniyim
dudağında kırkbin kekik tadı kamaşır
yine de kalbim ısırgan mı ısırgan.

Eşini çağlayana kaptırmış balığıyım bu nehrin
aydır, geceden beri dişlenmiş kelebeğin
her sabah ağzımda ölümüyle buluşan

SIĞINAK



Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Korusun diye beni,
Sarsın
Solusun diye...

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Dileğimce değiştirebildiğim
Değiştikçe beni de değiştiren
Yüreğimle sindiğim,
Kimsenin bilmediği,
Acısına başka acı
Sevincine başka sevinç değmemiş,
Canım gibi
Yok etmek hakkını kendimde gizlediğim
Ömrümce çılgın, gönlümce engin,
Yeni doğmuş bebeklerin sesiyle
Yankısı ufkuma dokunurcasına yakın
Soluğumda kıvılcım, dudağında gül
Yaşamaya düğümlü,
Goncalar kadar körpe
Dalgalar kadar hırçın
Kavuşmamız olanaksız birine sakladığım,
Mahrem, bağışıksız,
Mazlum bir şiir


Yedeğimde hep bir şiir olmalı;
Çırpındığım geceler
Yetişip yatıştıran
Esinlenip dindiğim,
Duygusu sağılmamış,
Üşüse soluverecek,
Pürüzsüz, bir başına incecik,
Gülüşü gülüşüme denk, andıkça parıldayan
Andıkça parıldadığım,
Kanmayan, kandırmayan;
Öfkesi kirlenmemiş,
Zehri gibi kendi hayatımın
Ayrılık yaralarını sarılır sanmış,
Sürgün, ürkütülmüş,
Üzgün bir şiir.

Yedeğimde hep bir şiir olmalı
Yuvasında ilk kez uçan serçe gibi telaşlı,
Şafakta kuzulamış karaca gibi baygın,
Ulaşınca çılgınlığa kırılan dallarda ömrün
Yanarak uğuldayan
Yanarak uğuldadığım...

Yine daldım da kendi düşüme
Hasretin kanayışı bitermiş sandım...
Beni şiirler bağışlasın

İNSAN Kİ HASRET KADAR



Aşksa:
sağır da olsa dile döner seslenir..
Düşse:
eni sonu suya düşer ıslanır...

Aşktan öte başka hangi tohum yeşerir
hangi dal sürgün verir ezildiği yerinden?

(... Dolunaydı ...Dağların buğulandığı,
toprağın yoncalandığı aydı... Öpsem,
yaralanır sandığım
çiçekler kadar körpeydi bahar..
Bir yanım sazınca külhan,
yağız, civan, atmaca;
bir yanım nazınca uslu,
suskun, ıssız, utangaç,
savrulup savrulup sokaklara
söylediğim şarkılar
süsüydü ömrümüzün,
yitince bulunmaz zenginliğimiz...
Ne güzel günlerdi ah
ne güzeldin gençliğim
gönlümü tarih düşüp
ömrümce yol gözledim,
yazık ki sen beklemedin... )

İki derde yenik düştüm ne çare:
biri aşk
biri düşten düşe sızım sızım yüreğim...

Taşa çaldım derdimi,
taş çatladı kıvrım kıvrım kök verdim;
güle sardım kendimi,
gül kurudu derdim azdı yürüdü...

İnsan ki hasreti kadar:
belki bin sevda bin ayrılık
fakat
bir aşk bir intihar
bir ömre ancak sığar.

ŞİMDİ BİZ SEVİŞİYORSAK



Şimdi biz seviyorsak
yakarışlarla sarsılıyordur dünya
ateş ve yutkunuşu
yığarak kalbin billuruna

Şimdi biz seviyorsak
oynaşır buzağılar çayırlarda
elleri terli doğar çocuklar analarından
altında bir dağ gibi durulur gökyüzünün
anlam bulur çılgınlıklar ve ağlayışlar

Şimdi biz seviyorsak
� ki gönlümüzde cömert bir başdönmesi gezinir �
fısıldaşır camlardaki buğu
aşkın gülümseyişi başkalaşır
bulup çıkarır koynundan
yaradılışın kalkanını

İşte dal gibi endamı sevgimizin
gırtlağımızda huysuzlanan acımtırak titreyiş
işte gövdemizi fırlatarak girdiğimiz kavga
adımlarımızdan boşalan korda sarsılan toprak

Şimdi biz seviyorsak
� ki grevlerden
dövüşerek kuşatılan halktan öğrendik bunu �
ayrılığın olduğu kadar kavuşmanın
güvenin ve
verimli gürültünün yazlarını taşırız dünyaya

Çünkü biz sevişiyorsak
çırılçıplak işçileri var demektir sevginin