12 Şubat 2008 Salı

KEMAL BURKAY hayatı ve şiirleri

GÜLÜMSE

Hadi gülümse bulutlar gitsin
İşçiler iyi çalışsın, gülümse
Yoksa ben nasıl yenilenirim
Belki şehre bir film gelir
Bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.

Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok
Çakıltaşlarım vardı benim
Ama sen başkasın anlıyor musun
Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm
Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun

İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.





DOĞAN GÜN


Kırgın umutta
Keder tortusunda
Acıda, zehirde, pusuda
Yılma
Doğan günü bekle

Çünkü tutar bir erik ağacı sunar sana
Doğan gün
Van gölünden bir sabah
Bir kıvılcım, bir titreşim
Bir tutam akdeniz
Süphancı bir serinlik
Ve genç bir gerinme
Usulcacık saç hışırtıları
Bir dudaktan buğulanan sıcaklık
Tutar getirir
Doğan gün
Öpücük gibi konar gözlerinde bir melodi
Sevgilin gibi dokunur parmaklarına bir kedi
Ve kavga ve zulüm ve ateş
Hep birlikte örülen bir türkü
Güzel yapmak için, güzel olmak için
Çünkü hayat dönen, kıvrılan
Yanan bir ibrişimdir
Tutar getirir
Doğan gün




Bir Gülü Büyütmek Yok Mu

Örsün üstünde ses
Ve kıvılcım
Hep gençlik çığlıkları hatırlarım
Ayakları çıplak, göğüsleri yırtık
Yaralarıma umut basmışlar
Bir gülümseme gibi taşıyorlar
Kamcı izlerini ve kederi
Hatırlarım
Daha dün gibi
Yüzyıllar boyunca
Ezilenlerin serüvenini

Dallar suskun ve buruk
Kar türküleri acılı
Koğuşumdan ve tel örgülerden öte
Diyarbakır şehri suskun
Ova kıpırtısız, dağlar çok uzakta
Ve ben akkor bir öfkedeyim

Böyle her bahar yeşeriyorsam
Kederi ve zehri yeniyorsam
Bir gulu büyütmek yok mu
Ebedei
Kavgada
Sevdada varsam
Bir gülü büyütmek yok mu

Geçti ezilenlerin resmi geçidi
Yirminci yüzyılın kapısından
Çığlıklarda, ağıtlarla, marşlarla
Seslerinde kavga ve kin
Özlem ve sevda
Bir öfke gibi hatırlarım
Keskin dişlerini efendilerin
Gülüşleri, kamçıları, darağaçlarını
Ben hıncımı bin yıllarca taşıdım
Kavgamdan bir gül çıkar
Bilirim




Yenik Değiliz

Yenik değiliz
boşa gitmedi çektiğimiz acılar
ilk yaz yağmuruyla yeşeren
tohumlara bak
bir yangın gecesini andıran
sesleri dinle
savaş alanlarında çarpışanlar var

yenik değiliz
etselerde bizi ekmeğimizden
çocuklarımızın buğday başağı saçlarından
yardan ayırsalarda bizi
yenik değiliz
kanımızda bir pınar gibi kaynayan hayat
yenik değiliz
torbamız tohum dolu
koşar adım giriyoruz kavgaya





I. DERSİM

Bir eski öyküdür bileceksiniz
Masallardan kalmıştır Dersim
Ülkemin ortasında gizli
Yanık bir türküdür Dersim

Yıl otuz sekizdi dağlarda
İri ceviz ağaçları ve atım vardı
Belki bir gökyüzü savaşçısıydım
Bir arpa ekmeği kadar sıcaktı
Toprağım, karım ve çocuklarım

Oysa soğuk bir kuştur
Parıldar süngü

Bana niçin uzaksın düşündün mü
Kurda kuşa dostluğumu düşündün mü?

Bu sularda ölüm bile güzel
Sen hiç kurşunların anlamını düşündün mü

Yıl otuz sekizdi dağlarda
İri ceviz ağaçları ve atım vardı
Güneş ve sular ülkesinde orda
Orda ki eski bir öyküdür Dersim


II. HIZIR PAŞA

"Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar şaha gidelim."

O ki Hızır Paşadır
Berdar edecektir
Berdar edecektir güneşleri
Pir Sultansız bir evrendir onun evreni

O ki Hızır Paşadır
Hayatı yasaklar denizi bellemiştir
Gayri özsu yürümesin dağlara
Ve türkülere zincir vurulsun

Bir kez yasak mıdır gülümsemeler
Elin ele, dostun dosta varışı
Bir kez yasak mıdır tohumun yarınlara varışı
Umutlar, uykular, düşünceler
Özgürlüğe zincir vurulsun


III. ORDA VARDIR PİR SULTAN

Bileğin nerde kelepçeli
Orda vardır Pir Sultan

Başlarsa yeni bir zindan
Orda vardır Pir Sultan

Eşkiyalar tutmuşsa su başlarını
Ve bebeler açsa
Orda vardır Pir Sultan

İnsan duyarsa
"Topraksız insanın
"Ve insansız toprağın feryadını"
Orda vardır Pir Sultan


IV. TÜRKÜLER AŞIP GEÇER TAŞLARDAN

"Kalenin kapısı taştan çıkılmaz"
Amma
Türküler aşıp geçer taşlardan
Ve bir kerre daha
Ölüp dirilir Pir Sultan
Özgürlüğün şavkı vurur karanlığa bir kez
Munzur çıkmıştır yatağından
Sesi dağlarda taşlarda
Ulu bir çağlayan

Bu yolumuzdur yürüyeceğiz
Tanyeri al olanadek
Bu işimizdir öreceğiz
Toprak elimizde güzelleşecek

Kaçan kaçar
Varan varır
Bizim yüreğimiz pek

V. NEO GESTAPO ADAM

Neo Gestapo Adam
Durup dinledi karanlıkta
Durup dinledi ses çağlayanını
Ses ormanını
Ses katarını

Adamın yüzü kindi
Hayatında sevememişti hiç
Karanlıkta bir sesin
Bir şiirin
Bir türkünün güzelliğini

Adamın bakışları kindi
Hiç dostça açılmamıştı bu gözler
Bir meşe yaprağına bile

Neo Gestapo Adam
Yani aklı birtakım Dedektif Nik hikâyelerinde
Yani kavgalıydı
Şiirle
Türküyle
Ve gülümseyen herhangi bir yüzle


VI. VE OL HİKÂYAT

Koltuğunda asık yüzlü bir puttur o
Tedirgindir
Mutsuzdur
Şaşkındır

Penceresinde alev alev tutuşan Munzur vurur
Öfkelidir
Çılgındır
Budaladır o

Buyruk gelmiştir efendilerinden
Bir aferin almak için
Ol makamda kalmak için
Köledir o

Ve böylece dirilen Pir Sultan
Alınıp tekrar zindana konacaktır
Maksat
Ve ol hikâyat budur


VII. ÖZGÜRLÜĞÜ BİR SELVİ GİBİ DİKMEK İÇİN

Gençtiler
Ya da deli bir rüzgârda gencelmiştiler
Dudaklarında bağımsızlık türküsü
Sokaklardan bir kan gibi geçtiler

Kimi on yaşında bebe
Kimi yaşlı "Bı zone ğa gısekene"*
Liseli, üniversiteli, mektepsiz
İşçi, öğretmen, mühendis
Terzi, berber, işsiz
Tiyatro oyuncusu
Ve köylü idiler
Yürüdüler tanyeri al olsun diye
Soğuk putların yerini güneşler alsın diye
Yürüdüler
Ak kağıt üstünden hayata geçirmek için
Özgürlüğü bir selvi gibi dikmek için
Yürüdüler binlercesi bircesine
Bir barış imecesine

Dudaklarında bağımsızlık türküsü
Sokaklardan bir kan gibi geçtiler


VIII. İLK KURŞUN

Karakol önünde
Neo Gestapo Adam
Ve özgürlük ormanı göz göze geldiler bir an
Birinin gözlerinde kin, ötekilerde inanç
Bağımsızlık marşını okudular
Sesleri bir ulu koroydu dağlarda yansıyan
Ve uzun bir süre beklediler
İçerde onlardan biri vardı
Onu istediler
Bir ölümü paylaşmaya gelmişlerdi
Belki de

Cevap ilk kurşundu
Bir cam gibi parçalandı gece
Böylece barış ormanı kurşunla taranacaktır
Yüreği pek adamların bağrı kanlanacaktır
Öyleki beklenen güneş kanlarımızda kızarsın
Özgürlük gülü
Kanımızla beslenip büyüsün

Kaçan kaçar
Varan varır
Bizim yüreğimiz pek


IX. İNSAN KANI BİTEKTİR

İnsan kanı bitektir
Tohumdur bir nice yaşamaya
Şiire, aşka, öyküye

İnsan kanı bitektir
Emzirir toprağı annece
Selviler, çamlar, çimenler
Ve yediveren güller bitsin diye

İnsan kanı bitektir
Özüdür güneşin, denizin, yaprağın
İnsandır o açar her yerde
Umutta, hüzünde, özgürlükte

Biz geleceğe kan verenleriz
Onun için yaşarız gelecekte
Gestapo adamsız ve putsuz
Suyla, otla, böcekle kardeşçe


X. BİR MEHMET KILAN'DI

O, Dersim toprağının büyütmesi
Bir Mehmet Kılan'dı
Bıyıkları gibi yüreği kocamandı

Eğilmeye alışamadı nedense
Alçak sesle konuşmaya o
Gözleri ışıl ışıl sevgi
Ve zaman zaman öfke
Saçları canlı bir isyandı

Bundandı onun dağlara tutkusu
Bundandı onun şaraplara tutkusu

Basbariton bir Mehmet Kılan'dı
Bıyıkları gibi yüreği koskocamandı
Kurşunlardan da baskın
Ordaydı, orda olacaktı, eylem içinde vardı
Ve nice hileye, zulme, kalleşliğe
Yumruğunu koyardı

O bir Mehmet Kılan'dı
Nice kahpe faklarından geçip gelmişti
Ortaya bütün insanlığını koymuştu
Bütün sevgisini yiğitliğini
Ama aldandı
Bir kin kıvılcımı sarstı onun
Kıvırcık saçları altındaki başını
Çevresine bir kan gölü yayıldı


XI. VURMA KENDİ ELLERİNE

Kiminin tabanı nasırlı
Vur Mehmetçik vur
Kiminin kağıt gibi
Vur Mehmetçik vur
Ama aynı yolun yolcularıyız
Vur Mehmetçik vur

Tezkerene altmış gün var öyle mi
Biz komünistiz demek
Kızılbaşız, Pis Kürdüz, n'apalım
Vur Mehmetçik Vur

Senin de bir köyün var değil mi
Anan çapacı el işinde
Nişanlının adı Fatma
Vur Mehmetçik vur

Saçlarım zaten dökülüyordu
Bıyıklarım büyür yine
Ben inançlıyım ağlamam
Vur Mehmetçik vur

Sen benim elimsin Mehmetçik
Vurma kendi ellerine
Sen benim gözümsün Mehmetçik
Vurma kendi gözlerine


XII. YÜZLER

Kimi on yaşında bebe
Kimi yaşlı, "bı zone ğa qısekene"
Liseli, üniversiteli, mektepsiz
İşçi, öğretmen, mühendis
Terzi, berber, işsiz
Tiyatro oyuncusu
Ve köylü idiler

Betonların üstüne boylu boyunca uzanmıştılar
Gözlerinde kan gülleri
Tenleri bir kez daha çelik
Bir ateş çemberinden geçmiştiler
Paraları, saatleri, bel kayışları alınmıştı
Kimi ayakkabısız
Kiminin gömleği kana bulanmıştı
Ekmeklerini kardeşçe bölüşmüştüler

Camlardan meraklı gözler süzüyordu onları
Kafese konmuş azgın hayvanları
Gökyüzü yaratıklarını, eşkiyaları
Seyreder gibi...
Küfürlerinde alabildiğine cömert
Ve sanki sevgi denen şeyi hiç bilmemiş
Seyircilerdi bunlar
"Onları düşünmeye alıştırmamışlardı"

Yüzler onurlu ve sakindiler
Geçmişe karşı anlayışlı
Geleceğe kararlıydılar
Daha çok ateş çemberi bekliyordu onları
Birşeyler bitmemişti daha
Anlıyorlardı

Garnizon nezarethanesinde Yüzler
Betonlara boylu boyunca uzanmıştılar
Ekmeklerini kardeşçe bölüşmüştüler


*bı zone ğa qısekene: kendi diliyle konuşuyordu.

Hiç yorum yok: